Bu balkondan bakan herkes mutlaka Kanlı
1 Mayıs’ı, Ecevit Mitingi’ni, DİSK’le bütünleşen tüm
emekçileri, çocukları faili meçhul(!) cinayetlerle yok edilen Cumartesi
Annelerini ve Gezi Direnişi’ni
anımsar. Orada yapılan engellemelerde, kurulan barikatlarda, tomalar, coplar, gazlar,
silahlarla, kimi ölen, kimi yaşam boyu sakat kalan; emekçi, genç, çocuklar ve onlar için acı çeken sevenlerini düşünür, o
acıları hisseder.
İçinizi titreten bu duygular içinde ve hüzünlü gözlerle balkondan kuşbakışı
baktığınızda; hemen aşağıda Taksim
Anıtını… Sol tarafta İstiklâl Caddesini
ve Kanlı 1 Mayıs’ın faşist
faillerinin sığınağı olan Sular idaresinin çatısını, onun hemen arkasında da
yıllardır inatla tartışılan Taksim
Camii inşaat hazırlığını… Tam karşınızdaki Taksim Meydanı ve Gezi Parkını…
Sağ tarafta cezalandırılan Atatürk Kültür merkezini görürsünüz. (Fakat hemen sağ
tarafınızda olup, bazılarımızın ölümden tesadüfen kurtulduğu, pek çok cana
mezar olmuş, “Kazancı Yokuşu’nu
göremezsiniz.)
İşte böylesi bir yerde toplamış bizi “78’liler Girişimi” (seçimde bu yaşanmışlıklar etkili olmuş mu
bilemiyorum). Toplantıyı düzenleyenler
içinde ikisi de birer can olan, Yunus Bircan ve Celalettin Can arkadaşlarım
var.
Onları bir arda yakalayınca; “Ben,
68’de 18 yaşında TÖS üyesi bir öğretmendim. 78’de de epeyce acıyı ve öğrenciliği
geride bırakarak, yeniden öğretmen oldum. Bilin bakalım ben 68’li mi, 78’li miyim?”
diye bir soru sordum, gülüştük...
Duvarlarda; Deniz, Mahir, İbrahim ve günümüz mağdurlarının görselleri…
Kürsüde; saygı duruşu, sunuş konuşması, onurluluk ödülleri sunuşları ile
yurdumuz ve dünyadan canlı müzik dinletileri… Masalarda; dostların sohbetleri…
Toplantıya gelen herkesin gözaltı ve boyunlarında halkalar olsa
da, gözlerinin içinde bir ışıltı, dudaklarında aydınlık, vakur gülücükler
vardı: Çünkü bizler; 68’lerde halk için doğan, 78’lerde “dar grupçuluk” anlayışlarını
aşmaya çalışıp gelişen ve 2013 GEZİ’de kucaklaşan… İnadına umutlu, inadına
özgürlükçü ve inadına barışçı geleneğin taşıyıcısıydık…
***
Korku iklimi
Geçmişte yaşananlar insanda derin izler bıraksa da, bazen “geçmiş
işte” der geçersiniz. Peki, bugün yaşananlara ne diyeceksiniz?
İçeride ve dışarıda çıkartılan savaşlar eşliğinde gelişip, ülkemizi saran
bir baskı-sindirme-korku iklimi içinde
yaşıyoruz. Psikoloji ve Sosyal Psikoloji bilimi: otorite
ve çıkarlarını yitirme endişesi duyanların, korktukları için, bilerek,
tasarlayarak korku iklimini yarattıklarını söyler.
Aslında korku herkeste
var olan insani bir duygudur, kaldı ki böylesi bir iklimde sadece cahiller
korkmaz. Önemli olan korkuyu etkisiz kılacak önlemler almak, onunla başa
çıkmaktır. Cesaret de, bu olsa gerek. Yani zorda ve darda olan insanların; baskı-sindirme-korku
iklimini etkisiz kılacak önlemleri arayıp bulmaları asıl cesarettir.
7 Haziran sonrasında tarihi ve kültürel değerleri ile birlikte yakılan-yıkılan
Kürt kentleri, öldürülen pek çok çocuk, kadın, yaşlı… Sağ ve yaralı kurtulanlar
ise; evsiz-barksız-sahipsiz kaldıkları için kendi ülkelerinde göçmen oldular. Nedense yetkili ve etkili hiç kimse bu insanların; nerede, nasıl, ne yapar olduklarını, barınakları-yiyecekleri ve okullarını sormaz, hatırlamaz, ilgilenmez. Fakat onların başına yıkılan enkaz yerlerine Suriyeli
göçmenlerin yerleştirilmeleri...
Dünyada birinci olduk, haklarını savunsun/arasın diye seçilip meclise gönderilen vekilleri ve toplumsal sorunları dillendiren,
haber veren, yazıp, çizenleri 4 aydan
beri tutuklu kılmakla. Hem de, daha suçları
belli değilken ( iddianame yok), sanki öç alırcasına, nedamet getirip boyun eğsinler diye...
“Savaş değil barış istiyoruz” diyen binlerce
akademisyenin; okulundan, kürsüsünden ve öğrencilerinden uzaklaştırarak
işsiz bırakılışları…
Meclis TV’yi karartarak, haber alma-verme hakkını yok ederek, yapay algı,
demagoji ve telaş ile mecliste yaşatılanları…
Vekillerin; kendilerini etkisiz-yetkisiz ve yok sayan bir düzen için, etik
kuralları çiğneyerek, gizli oylarını açıklama cesareti(!) / Uzlaşı olmadan, çoğulculuğu/demokrasiyi
yok edip, oy fazlası ve canhıraş çabalarla ile tek adamlık düzeni kurmanın
gelecek tarihimiz için kara leke oluşunu…
Milliyetçi popülizmin şaha kalktığı bir OHAL ortamında ve iktidar gücü
desteğindeki bu tuhaf anayasal tuzağın referanduma sunulma hazırlıkları ve uygulamaları
için başlatılan ötekileştirmelerin yaşandığı günlerde…
İşte tam da bu günlerde yapıldı 78’liler
toplantısı.
Eski TİP Milletvekili Sn. Mehmet Ali Aslan’ın gecede anlattığı bir
fıkra ile sonlandıralım:
“Kendisini taşlayanlar arasında; bir gözü kör, bir
kulağı sağır, bir bacağı ve kolu olmayanı birisini gören Şeytan, hemen onun
yanına giderek; Gözüne ne oldu?/ Kulağına ne oldu?/ Bacağın ve koluna ne oldu? Sorularını
sorar. Ve tüm sorularına da: –Allah’tan… cevabını alınca şaşırır ve hayretle:
Peki, ben sana ne yaptım ki, sen beni neden taşlıyorsun?!”
der.
68 li 789 li fark etmez. Türkiye'nin aydınlık geleceğinde umarlı gençliğini ifade eder 68 li veye 78 li tanımı.
YanıtlaSil12 Eylül'ün en büyük hedefi böyle toplumsal sorumlukluk duygusu içinde gençlerin yerini gününü gün eden bir gençlik için zemin hazırlamaktı. Bunun için önce acımasız işkencelerle toplumun bilinci dumura uğratıldı.
"Peki amaçlarına ulaşabildiler mi?" derseniz bence "hayır". belki bir korku iklimi yaratarak bir süre etkili oldular; ama sonrasında küllerinden doğan Anka kuşu gibi Türkiye gençliği toplumsal sorumlulukla yeniden dirildi.
Bunun en büyük kanıtı özellikle liselerde yükselen direnişti.
Dilerim bu diriliş aydınlık Türkiye geleceğinin müjdecisi olur.
Erdoğan Şenel arkadaş merhaba; özellikle Anadolu Liselerinde başlayıp veli desteğini de alan direnişi hatırlatıp katkıda bulunduğunuz için çok teşekkür ederim.
Sil