İstanbul
Boğazının incisi olan Beykoz, tarihi, kültürü ve coğrafyası ile çok zengin
kaynaklara sahip şirin bir ilçemizdir. Beykoz'un benden öncesini burada doğup
büyümüş, yaşamışlarından pek çok kez dinledim. Buraya tutku ile bağlanmamın pek
çok nedeni var, nedenlerden birisi de eşim ve çocuklarımın da burada doğmuş
olması.
1979'dan
1989'a kadar ailece 10 yıl aralıksız olarak oturduk Beykoz'da. Bu yaşanmışlık
bizim buranın; insanlarına, denizine, martılarına özetle tüm doğasına tutku ile
bağlanmamıza neden olmuştur. Bundandır ki, taşınıp ayrıldıktan sonra da her yaz
tatilinde buraya gelip en az birer ay kalıyoruz. Ve bu gelip gitmeler
gelecek yıllarda da yinelenecek gibi.
Yaşamakta
olduğunuz çevrenin bilimsel ve teknolojik gelişmeler doğrultusunda; doğal çevre
ve tarihi dokusunun korunması, altyapı yatırımlarıyla donatılması, ulaşım
hizmetlerinin çeşitlendirilerek arttırılması, çocukların yakın çevredeki
okullara rahatça gidip gelmesi, sağlık ve kültürel hizmetlerin yaygınlaştırılması,
çalışanların yakın çevredeki işyerlerinde çalışması. Özetle daha da yaşanır
hale getirilmesi herkesin ortak bir insani isteği ve beklentisidir.
Oysa
Beykoz ve Beykozlular yıllardan beri pek çok çevresel ve sosyal acılar yaşadı
ve halen de yaşamaya devam ediyor.
Gördüğüm
ve yaşadıklarımı düşünüp, bir soru ile bellekteki geçmişin tanıklığına
başvurdum, kendimce bir ayna tuttum Beykoz'a.
***
Beykoz
bir zamanlar nasıldı?
İşte
sorunun cevapları:
Daha, Kavacık bir tepe üstündeki küçücük
bir yer, Çavuşbaşı oldukça mahrum, "köy gibi" pek çok köyü
bulunan bir yerdi Beykoz.
Daha, (kısmen işgal edilse de) ormanları,
çayırları, meraları bulunan,bugünkü kadar peşkeş çekilmemiş bir yerdi Beykoz.
Daha, Yalıköy önündeki Dalyanda
orkinosların zıpkınlarla vahşice avlandığı, çeşit çeşit balıkların yüzdüğü,
şamandıralara bağlanan veya kürek çekilen sandallarda at-çek balık tutulan bir
yerdi Beykoz.
Daha, Sümerbank Deri-Kundura, Paşabahçe
Şişecam ve Tekel İçki fabrikalarının bacalarından (havayı kirletse bile)
dumanların tüttüğü bir yerdi Beykoz.
Daha, Paşabahçe Şişecam Fabrikasının
verdiği fason işler için kurulan, binlerce dekor atölyesinde, dönen çark, elmas
bıçak ve zımpara taşların çıkardığı seslerin tüm mahalleleri sardığı bir yerdi
Beykoz.
Daha, her sabah İstanbul'a gidecek memur
ve işçileri Beykoz ve Paşabahçe iskelesinden alıp Beşiktaş ve Eminönü'ne
götüren vapurların (ki bu vapurlarda, hemen-hemen herkesin oturduğu yerler
belliydi) kalktığı bir yerdi Beykoz.
Daha, Yalıköy-Beykoz arasındaki tarihi
"Karakol" binası ve "gücü yetmeyenlerin" tarihi yalıları
yıkılmamış bir yerdi Beykoz.
Daha,
"On Çeşmeler
"in gürül gürül aktığı bir yerdi Beykoz.
Daha, Sümerbank Deri-Kundura fabrikası
henüz dizi çekim merkezi olmamış bir yerdi Beykoz. ,
Daha, Paşabahçe Şişecam, Tekel İçki
fabrikası ve Beykoz spor kulüp binaları savaştan yeni çıkmış harabelere
dönüşmemiş bir yerdi Beykoz.
Ve
daha, Beykozlu on
binlerce işçisi/emekçisinin bazı mutsuzlukları, sıkıntıları olsa da, uzaklara
gitmeden ilçesi içinde iş bulup, birlikte yaşadığı bir yerdi Beykoz.
İşte
bunlar benim tespitlerim, siz "Daha,." ları daha da
çoğaltabilirsiniz.
***
Sonra
ne mi oldu... Peki şimdi nasıl Beykoz?
Tüm
bakir alanlar, köyler talan edildi, meralar, ormanlar peşkeş çekildi.
Deniz
küstü orkinos ve balık vermez oldu.
İş
ve ekmek kapısı olan devlet fabrikalar kapandı, mülkleri haraç mezat satıldı.
Paşabahçe
Şişe Cam Fabrikası ve mahallelere dağılmış binlerce dekor atölyesi kapandı.
Paşabahçe
Şişe Cam Fabrikası harabeleri, tıpkı savaş sonrası yasaklı bölgedeki gibi,
hayalet şehirlerdeki görüntüleri çağrıştırıyor. Yıllardır( bu korkunç haliyle
bile) çok değerli arazisi ve muhteşem iskelesi rantçılara göz kırpıyor, düşler
kurdurup salyalarını akıttırıyor.
Beykoz
sınırları içindeki o güzelim iskelelerine artık uğramaz oldu vapurlar, kapıları
kilitli.
"Karakol"
binası ve karşı duramayanların tarihi yalıları, istimlak edilerek yıkıldı.
Güçlülerin yalıları ise ayakta kaldı. Fakat o güzelim boğaz kıyısı, tıpkı kimi
dişleri çürük, kimi dişleri çekilmiş çirkin bir çeneye döndü.
1908
yılında kurulan Beykoz Spor Kulübüne ait bina yıkıldı, kaba inşaatı bitti.
Fakat öylece kaldı, tıpkı bir harabe, tıpkı savaş sonrası bir yasaklı bina. Ya
da buraya göz koymuş, iştahı kabarmış birini bekler gibi.
Beykoz'un
önemli simgesi olan "On Çeşmeler " ile oynandı, oynandı ve en
sonunda; çevreye serinlik veren o coşkulu su sesi sustu, susuz kaldı terli insanlar, güvercinler.
Sümerbank
Deri-Kundura, Paşabahçe Şişecam ve Tekel İçki fabrikaları ve Paşabahçe
Şişecam Fabrikasınca fason işler verdiği binlerce dekor atölyeleri kapanınca
işsiz kaldı binlerce emekçi ailesi.
Zaten
eskiden beri sorunluydu trafik, yollara sığmıyordu Beykoz. Şimdi ise sadece iki
şerit olan yol Paşabahçe'den başlayarak sanki bir otoparka dönüşmüş.
Belki
Abraham Paşa Korusu biraz hizmet gördü, düzene girdi. Fakat Beykoz Belediyesi
(ne denli yasaldır bilemem) adeta gece kondu mantığı ile her yıl eklentilerle
biraz daha biraz daha büyütüldü.
Sorunlarını
sorgulayan, onlara çözüm arayan/bulan yok.
Bu
yazı Radikal Blog’da:
http://blog.radikal.com.tr/yasam/guzel-beykoz-ve-enkazlari-124359
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder