Emin TOPRAK -Dostça-

4 Kasım 2024 Pazartesi

"Osmanlı'da Oyun Bitmez"


Çok ağır sosyal-ekonomik sorunlarla kışa girmek üzere iken; 
1 Ekim'de TBMM'de yaşanan olay herkes için 'şok' oldu. 
Ve bu konu her; ev, köy, mahalle, meydan, ekran, eli kalem tutan-tutmayan genç-yaşlı-herkesin konuştuğu ve çokça 'acaba!' sıraladığı günleri başlattı. 
Konuyu: MHP lideri Sn. Devlet Bahçeli, DEM Partililerin oturduğu sıralara giderek selamlaşması-tokalaşması başlatmıştı. Birdenbire çok ağır yükleri olan ülkenin gündemi değişmişti. 
O Bahçeli ki, meydanlarda idam urganı fırlatmış, her Salı günü 'öteki' saydığı partiye ve onu kapatmayan Anayasa Mahkemesine meydan okumuş,... ülkücü-Türkçü en 'şahin' savaşçı lideriydi. 
Şimdi ise 'güvercin' olmuş, dilinde kin-nefret yok, gülücük saçarak barış istiyor BARIŞ!..
Devlet Bahçeli bu tokalaşma ile de yetinmedi: " Öcalan'a 'umut hakkı' verilsin o da TBMM'ye gelsin DEM Parti grup toplantısında, terörün bittiğini, örgütün lağvedildiğini ilan etsin...” dedi.

Bahçeli'den hemen sonra Özgür Özel; konu netleşsin diye "el yükseltti" ve: Kürtlere Türkiye Cumhuriyeti devletinin sahibi eşit vatandaşı olmayı teklif ediyorum. dedi. 

DEM Parti Şanlıurfa Milletvekili Ömer Öcalan, İmralı'ya gitti ve 43 aydır tecritte tutulan amcası Abdullah Öcalan’dan: "Koşullar oluşursa bu süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim" mesajı getirdi.

***

Kısa bir mola verip hepimizin gözleri önünde bu konu için sergilenen bir oyunu hatırlatmak istiyorum:

Konumuz: Barış - Kürt sorunu; yandaş ve muhalif TV kanalları günlerdir bu konuda çokça 'acaba!' soru ve ünlem üretti, onlarla yatıp kalkıyor.

Ekranların çoğunda; söylem-eylemiyle bu sorunun oluşumuna katkı veren: terör uzmanı, emekli general, ergenekoncu, milliyetçi, bozkurt, asena, ülkücü, ulusalcı ... gibi savaşı kutsayan güvenlikçi-militaristler var!

Konumuz: Barış - Kürt sorunu; ekranlarda barış sever ve insan hakkı savunan olmadığı gibi Kürt hatta ‘Kürt kökenli’ bile yok! 

Peki konu Kürt sorunu ise; 12 Eylül 1980, Diyarbakır Cezaevi, insanlık suçları, jitem, beyaz toroslar!... Ve Celal Başlangıç'a "Korku Tapınağı"nı yazdıran yaşanmışlıklar neden hiç konuşulmadı?..

Ülkedeki her dört kişide birisinin Kürt olduğu ve bunların demokratik insan haklarının engellendiği gerçeği hep inkar edildi. Ve bu sorun ülkenin kilit sorunu olarak büyüdükçe büyüdü. 

Soruna çözüm olacak pek çok fırsat kaçırıldı.

Kazananlar hep sömürücü ölüm tüccarları… 

Kaybedenler, her zaman Türkiye halkları oldu.

***

Nihayet 32 gün sonra 22 yılın baş sorumlusu Sn. Erdoğan da konuştu. Bu konu için bunca gündür neden sustuğunu hiç açıklamadan. Bahçeli'ye kalbi teşekkür edip övgülerde bulundu ve kısaca: 
  • Kürt sorunu yoktur, onlar bizim din kardeşimizdir! 
  • Atılan adımlar çözüm için değil, bir girişimdir. 
  • Değişen-değişecek bir şey yok eski günler devam edecek... Demek istedi. 
Hemen sonra; "Kürtlerin seçme-seçilme hakkı yoktur!" dercesine yıllarca denediği demokrasi dışı bir projenin tekrarı için düğmeye bastı:
 
31.10.2024 (beş gün önce) Türkiye'nin en büyük ilçesi İstanbul-Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer'i bilindik bir kurguyla tutuklandı ve hüküm kesinleşmeden yerine “Kayyum" kişi atandı. 

04.11.2024 (bugün) de erken saatte Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk, Halfeti Belediye Başkanı Mehmet Karayılan ve Batman Belediye Başkanı Gülistan Sönük görevden alındı, bu seçilmişlerin yerine, "Kayyum" kişiler atandı. 

Demek ki nefretleri kinleri bitmemiş ki Kürt halkının; barış, demokrasi, eşit vatandaşlık istekleri ile iradelerine bir kez daha zincirler vuruldu! 

Yukarıda "tokalaşma" için birkaç "acaba" sıralamıştım ya, ekleri de var:
Acaba; bu bir havuç mu?
Acaba; "İyi-polis-kötü polisçilik mi?
Acaba: bu bir "avcı kekliği" taktiği mi?
Acaba; samimi mi, demokratik-barışçıl bir "çözüm süreci" başlatır mı?
Acaba, 22 yıllık iktidarın rakiplerini bölüp parçalamak başarısız kılmak için yeni bir kurgusu-oyunu mu? 

Ve en sonunda da: “Osmanlı’da oyun bitmez” dedirttiler!

27 Ekim 2024 Pazar

Cumhuriyet ile Demokrasi


Sonra bir baktık,
Bize en çok hüzün yakışmış. 
Aslında, yakıştığından değil, 
yapıştığından çıkaramadık...
                  /Mehmed Uzun
 
Osmanlı, 'kul' sayıldığı birçok farklı kimliği merkezi 'Monarşi' kurallarıyla yöneten büyük bir imparatorluktu. 

Birinci Dünya savaşında yenilince; ülke içerisindeki bazı azınlıklarla zor günler yaşamış, emperyalist güçler pek çok bölgesini, hatta saltanat merkezi İstanbul'u bile kuşatmış ve işgal etmişti. 

Gücünü kaybeden Sultan çareyi yurtdışına kaçmakta bulmuş, böylece saltanatı son bulmuştu.

Anadolu da Mustafa Kemal Paşa ile arkadaşları; birçok şehirde farklı kimlik lideri ile etkili din adamlarıyla toplanıp, işgal edilen yerleri kurtarmak ve korumak için yol-yöntem-çare aramaktaydı. 

Uzlaşıya varılınca da: "Kurtuluş Savaşı" başlamış ve kazanılmıştı. 

Bu zaferle yurdumuzun adı: "Türkiye"başkenti "Ankara", yönetim şekli ise "Cumhuriyet" olmuştu.  

Cumhuriyet; demokrasiyi esas alan, hukukun üstünlüğüne dayanan, çoğulculuğu savunan ve her bireyin eşit haklara sahip olduğu, tüm kimlikleri kucaklayan bir yönetim şeklidir.

Ancak bizdeki Cumhuriyetin demokratik kucaklayıcı anlayışına izin vermeyen, 'öteki' olanı yok sayan tekçi inkarcı anlayış egemen olmuş. Sonra da neler neler olmuş... 

İşte demokrasiye uymayan birkaç uygulama: 
  • Türkçe dili dışındaki diller yasaklı…
  • Tarihsel bellekte yeri olan; dağ-ova-köy-belde-kent isimleri yok sayılıp yerine Türkçe isimler konulmuş…
  • Çocuklara Türkçe olmayan isim vermek yasak...
  • Okulda Türkçe dışındaki dillerin eğitim hakkı olmaz....
  • Öğrenci; Türkçe bilmeyen anne-baba-akraba ile anadillerinde konuşamaz olmuş...
  • Anayasasında Laik olduğunu ilan eden Devlet; okullarda farklı inancı olan ailelerin milyonlarca çocuğuna, diyanet-cemaat işbirliği, yönetim ve denetiminde (veli izni almadan) Sünni anlayışı aşılayan: "zorunlu din dersi" vermekte...
  • Alevi köy ve beldelere Cemevi yerine Cami yaptırmakta, inançlı-inançsız herkes Sünni-İslam yapılmak istenmektedir.
Kısacası, Devlet 'taraf' olmuş daha ne olsun ki! 

Bu uygulama ve yasaklarla; Kürt, Alevi, Çerkez, Süryani, Laz, Gürcü, Hemşin, Pomak, Roman ... gibi dil, inanç ve kültürler etkin kullanılamaz. Bu şekilde işlevsiz kalan dil, inanç ve kültürler; gelişmeyen, geleceğe aktarılamayan, geleceğin birer ölü dil-kültür adayı olmuşlardır. 

Çünkü geçmişten gelen dil ve kültürler kullanılmazsa, gelecekte var olamazlar!  

İşte bu yok sayan, inkar eden "devlet aklı" nedeniyle toplumsal pek çok karşı çıkış olmuştur. Bu 'insani' talepler için hiçbir demokratik uzlaşı ve çözüm aranmamış, hak talep edenler 'terörist' sayılınca, öldürmüş-ölmüş, veya 'suçlu' sayılarak karakol-mahkeme-hapishanelerde sindirilip susturulmuştur. 

Görüldüğü gibi hiç uzlaşıyı sağlayacak diplomasi dili ve yöntemi kullanılmamıştır. Böylece, sadece 'güç' kullanan ölen-öldüren öfkeli-kinli nesiller yetişmiştir. 

Bu nesiller de halkımıza; kuşaktan kuşağa geçen unutulmaz acılar yaşatmıştır. 

İşte, politikacıların geçmişle: yüzleşelim, helalleşelim dedikleri toplumsal acılardır bunlar. 

Geçmişin bu büyük acıları ve yükleri, bugün de hem ülkemizi hem de insanımızı; yoksul, acılı ve mutsuz bırakmıştır. Ve ayrıca ülkenin iç-dış güvenliği sorunlu, özgürlükleri ve kültürel çeşitlilikleri yasakların baskısı altındadır.

Yukarıdaki satırlar, bir korku ikliminin bize yaşattıklarıdır, sizleri bunlarla gerip üzdüğümü de biliyorum. Fakat içsesim bana "bunlar bizim gerçeklerimizdir" yazacaksın diyor, ben de mecburen yazıyorum. 

Şimdi kısa bir ara vermeden önce size, küçücük bir soru soracağım: 

Ötleğen kuşunu tanıyor musunuz?



Çokça evet cevabı aldığımı biliyorum. Fakat ben o kuşları görüp tatlı ötüşlerini duysam da onların zoolojik yaşamdaki bir gerçeğini yeni öğrendim. Ve belki bu bilgi yukarıdaki karamsarlığa biraz ışık olur diye sizlerle paylaşmaya karar verdim: 

Ötleğen kuşları gördüğünüz gibi; çok sevimli, küçücük, çok güzel öten  göçmen kuşlardır. Bu kendi küçük, gönlü yüce kuşlar; "Kim hangi yumurtan çıkmış?" sorgulaması yapmadan her tür yavruyu kanatları altına alarak ayrımsız; sever-besler-büyütür sonra da onları kendi kalıtsal mirasları ve kazandıkları yetileriyle özgürce yaşasınlar diye uçururmuş. 

Bu, çatışmaya neden olabilecek bir sorunun barış içinde sevgi ile çözümüdür, beğendiniz mi?

Tabii ki herkes beğenip: “Evet!” diyecektir.

Peki, toplumsal sorunların bu yöntemle çözülmesine itirazı olan var mı?

Herkesin bu soruya: "HAYIR!.." dediğini duyar gibiyim.

Şimdi de son soruyu soruyorum:

Ötleğen kuşu gibi soy-sop-inanç sorgulaması yapmadan ve kanatları altında herkese yer açarak yol alan bir 'Demokratik Cumhuriyet' istiyor musunuz?

Belki kararsız olanlar ve "ben bilmem ki" diyenlerimiz vardır. Olabilir.

EVET! EVET! EVET! diyenlerin çoğaldığı günlere...  


19 Ekim 2024 Cumartesi

"Kürt Sorunu"

 

12 Ekim 2024 Cumartesi

Zaman Tüneli

Merhaba;