1 Aralık 2017 Cuma

Okulda Rehberlik ve Psikolojik Danışma


Eğitim-İş Sendikası, öğretmenlerin sosyal, ekonomik ve mesleki durumları  hakkında bir araştırma yaptırmış. Bu araştırmanın tamamını internette bulup okuyabilirsiniz, ben sadece kısaltılmış birkaç alıntıyı size sunacağım. 

“Sen bir ana, sen bir baba, her şey oldun artık bana” dediğimiz öğretmenlerin, lütfen sorunlarına bakın, görün ve düşünün. Araştırmada:
·        %75’i görevden alınma korkusu yaşadığını,
·        %45’i MEB’in öğretmenlere kesinlikle eşit davranmadığını,
·        %66’sı kendisini öğretmenler odasında özgür hissetmediğini,
·        %68’i devlet okullarında eğitimin niteliğinin düştüğünü,
·        %77’si öğretmenliğin saygın meslek olma özelliğini kaybettiğini,
·        %75’i daha fazla kazançlı iş bulursa öğretmenliği bırakacağını,
·        %86’sı eğitim yöneticilerinin liyakat esasına göre atanmadığını,
·        %68’i devlet okullarında eğitim niteliğinin düştüğünü,
·        %20’si esnafa borcu olduğunu,
·        %60’ı son bir yılda hiç tiyatroya gitmediğini,
·        %28’i gelir yetersizliği nedeniyle psikolojik sorunlar yaşadığını,
·        %66’sı herhangi bir sendikaya üye olmadığını,
·        ...  Belirtmiş durumda.
   
Bu araştırma gösteriyor ki; öğretmenler çok büyük ekonomik, sosyal ve psikolojik sorunlar yaşıyor, kendilerini güvende, sağlıklı, mutlu ve özgür hissetmiyorlar. Tıpkı haklı bir savaşta “barutu bitmiş” gibiler. 

Bu çığlıklar, az da olsa maaşı, işi olan öğretmenlere ait. Bu çığlıkların içinde KHK ile işinden atılan ve yıllardır atama sırası bekleyen on binlerce öğretmen yok. 

Öğretmene, öğrenciye, veliye, ülkeye yazık değil mi? 


***
Rehberlik ve Psikolojik Danışma Hizmetleri:

Bugün size sorunu olan öğrencilerin sık sık kapısını çaldıkları Rehberlik ve Psikolojik Danışma Hizmetleri hakkında kısa bir tanıtımda bulunmak istiyorum. Çünkü beni geliştiren, bana değerler kazandıran bu kurumlara borçluyum... 

Bir eğitimci olarak 40 yılımı; ilkokul-ortaokul-lise, özel eğitim kurumlarında öğretmen ve denetmen olarak geçirdim. Bu sürenin 16 yılı Rehberlik ve Araştırma Merkezi ve okullardaki Rehberlik ve Psikolojik Danışma Hizmetleri birimlerinde geçti.   Ve bu kurumlarda; Eğitim Uzman Yardımcısı, Eğitim Uzmanı ve Rehber Öğretmen gibi sık değişen unvanlarımız oldu.  

Aslında ülkemiz eğitimine rehberlik anlayışının yansıması, tıpkı matbaanın gelişi gibi oldukça gecikmeli olmuştur. Kendi yaşamımdan örnek verirsem daha açıklayıcı olur sanırım: 1977'de Erzurum Lisesine, 1986’da ise Beykoz ilçesi ve Ziya Ünsel Ortaokuluna atanan ilk rehber öğretmen benim.

Okullarda verilen eğitim hizmetleri genelde benzer yaş veya ilgisi olanların oluşturduğu gruplara, derslik ve atölyelerde toplu olarak verilir.

Ancak, gruplara verilen bu eğitimden, bireysel farklılıkları nedeniyle gereğince yararlanmayan/yetinemeyenler olduğu için başarısız/mutsuz olan çokça birey vardır. İşte bu bireyler için gerekli “özel eğitim”  alanlarını tanımlayacak, onları yönlendirecek bir destek kuruma/birime ihtiyaç vardır. Bunun için şehirlerde Rehberlik ve Araştırma Merkezi, okullarda da Rehberlik ve Psikolojik Danışma Hizmetleri birimleri vardır.

Kısaca; Rehberlik, eğitim ve özel eğitim arasındaki köprüdür.

Rehberlik birimlerinin görevi (kısaca); öğrencinin kendisini tanıyarak; özgüven ile  farkındalık kazanması, insan haklarına saygılı olarak iletişimde bulunması, hakkını araması, haksızlığa “hayır”  diyebilmesi,  yeti ve becerilerini geliştirip özgür bir birey olmasına rehberlik etmektir.

Bu kurumlara daha çok “bilgi-sınav-puan-not” odaklı eğitim sisteminin mutsuz ettiği; öğrenci-veli-öğretmen-yöneticiler gelir. 

Öğrencilerden bazıları; anne, baba,  kardeş, öğretmen, yönetici, arkadaş, sevdiği ile kavgalı/sorunlu… 

Bazıları; deprem, yangın gibi doğal afetlerde vuruk (travma) yaşamış, aile içinde aşırı korunan, şiddet gören, söz hakkı olmayan, ensest ilişki yaşamış, ürkek, güvensiz, bağımlı, öfkeli...

Sayısal olarak en büyük grup da; öğrenme-anlama güçlüğü veya üstün özellikleri nedeniyle grupla birlikte verilen eğitimden az yararlanan, haz almayan ve doyum sağlamayan öğrencilerdir.  

Sorunlu olan çocuk veya ergen ile görüşen rehber öğretmen veya psikolojik danışmanın, karşısındakini duygudaşlık içinde dinlemesi, onun kendi sorunu ile yüzleşmesi ve farkındalık kazanmasını sağlar. Böylece öğrenci bu iletişim sürecinde kendisine değer verildiğini anlar, deşarj olur, yükü hafifler. Bu süreçte kazandığı özgüvenle, yüzleştiği sorununu çözmeye çalışır. 

Belki sizler, “ Şimdi durduk yerde nereden çıktı bu rehber öğretmenleri anlatma işi?” diyebilirsiniz. Siz sormadan ben anlatayım:

Bildiğiniz gibi AKP iktidarı; öğretmen okullarını, karma, bilimsel ve laik eğitimi bitirdi. Ülkenin akademik geleceğini kuracak olan Anadolu Lisesi ile Fen Liselerini sıradanlaştırdı, yok etti. Ve böylece anaokulundan başlayarak "akademik özgürlükleri yok edilmiş, lise haline getirilmiş üniversiteler" (dâhil),  tüm okullarda imam hatip anlayışını hâkim kıldı.

Zaten daha önce felsefe ve biyolojiyi okunmaz kılınmıştı, şimdi de sırada psikoloji, rehberlik, psikolojik danışman ve rehber öğretmenler var.

Belki duymuşsunuz bu günlerde "Rehberlik ve Psikolojik Danışma Hizmetleri Yönetmeliği" değişti. Eğitim-Sen ve Eğitim-İş sendikaları bu değişikliklere karşı çıktılar, bozulması için dava açtılar. 

Yönetmelikte yapılan değişiklikler ve amaçlananlar çok önemli, bunları konuşmayı da sonraki yazıya bırakalım.


Yazarın diğer yazıları için tıklayınız

24 Kasım 2017 Cuma

Öğretmen mi, Hoca mı?


Eğer bugün “Öğretmenler Günü” ise; öğretmeni, öğrenciyi ve onları bir araya getiren eğitimi ilgilendiren her şeyi (tabii ki diğer ülke sorunlarını unutmadan) konuşmak gerek.

Bugün eğer öğretmenler okullarında (öğrencileri ile) güvende değillerse, mesleki, sosyal, psikolojik ve ekonomik sorunlar yaşıyorlarsa bunları konuşmak gerek. 

Böyle bir günde; binlerce öğretmen ve akademisyen kesinleşmiş mahkeme kararı olmaksızın KHK’lerle işlerinden “ihraç” edilmiş, çocukları ve yakınları ile birlikte açlığa mahkûm edilmişse...
Ve bu haksızlığı kabullenmeyip işlerine geri dönüş için ölümüne direniş başlatan Semih Özakça ile Nuriye Gülmen'i konuşmak gerek. 

Böyle bir günde, niçin milyonları ilgilendiren eğitim sorunları ve çözümleri için; eğitimci, veli, STK, üniversite, Talim Terbiye ve Eğitim Şurası görüşlerine başvurulmadığını… 
Niçin 4+4+4 ve Proje Okul uygulamalarıyla tüm okullarda  İmam Hatip Sistemi kurulduğunu... 
Niçin sadece “tek adam”; “Ben TEOG'u, YGS ve LYS’yi beğenmedim değişsin!..” dedi diye acele ile değiştirildiğini sorgulayarak konuşmak gerek.

İşte bugün böyle bir gün isteyen kutlasın, isteyen tüm olanları düşünsün, elbirliği içinde çocuklarımız, öğretmenlerimiz  ve geleceğimiz için çözümler arasın. 
*** 
Belki yazım için seçtiğim "Öğretmen mi, Hoca mı?" başlığı, size garip ya da sıradan gelmiştir. İşte bu başlığı seçmemdeki nedenler:
 
Günlük yaşamımızda hem “Öğretmen” hem de “Hoca” sözcükleri çok sık kullanılır.
Öğrencilerin sınıf öğretmeninden sonra gelen öğretmenlerine “Hocam” demeleri; onlar için sanki bir büyüme, ergen olma söylemidir ve bu hitap  üniversitede hatta sonrasında da devam edip gider.

İşin ilginç tarafı da, öğretmen olduğu halde “Hoca” olarak anılmak isteyen ve bundan haz duyan çok sayıda öğretmenin bulunmasıdır. 

Oysa en güzel isim, insanın kendi ismidir derler. Bir öğretmenin kendi meslek adı ile değil de, başka bir adla anılma isteği oldukça önemlidir. Bunun sosyal ve psikolojik nedenlerini düşünüp, konuşmak gerek.   

Bilge bir öğretmen olarak insanlık tarihinde yer alan Konfüçyüs öğrencilerine:
“Her gerçeğin dört köşesi vardır. Bir öğretmen olarak ben sana birini veriyorum, diğer üçünü bulmaksa senin işin...” der.

Bu özlü sözden anlaşılacağı gibi öğretmen işi bitiren değil, başlatandır.

İşte tam da budur eğitim ve öğretmenlik. Bu eğitim sürecinde bireyler, işbirliği içinde, katılımcı, soran, sorgulayan, eleştiren, özgür ve özgündürler. Bilgi ve beceriye yaparak, yaşayarak içselleştirerek ulaşırlar.

Öğretmen eğitim sürecinde rehber, öğrenciler ise odak/hedef/özne'dir: Öğretmen farkına varacak, farkındalık yaratacak, öğrencisine öğretirken ondan da öğrenecektir. Öğrencisini yönlendirip geliştirirken kendisini de; değişen şartlara, zamana, çevreye, bilim ve teknolojiye göre yenileyecektir. Özet olarak öğretmen; öğretmeninden öğrendikleriyle öğretmenlik yapmayandır. 

Hoca veya Hocalık sisteminde esas ve özne olan ezberletilen bilgilerdir; bu bilgiler "neden, niçin, nasıl" soruları ile sorgulanmaz, eleştirilip, yorumlanamaz. 
Böyle bir ortamda yetişen hoca kürsüsünde oturarak; kendisine ezberletilerek öğretilenleri, (genellikle, emir-yasak ve öğüt olarak) karşısındaki kişilere anlatan (vaaz eden) kişidir. Hoca, hocalarından öğrendikleriyle yetinir ve onlar gibi hocalık yapar.  
Hocanın anlattıkları "kesin ve değişmez" kabul edilir, "talebelerin"  eleştirme, sorgulama, yorumlama ve tartışma yapmalarına izin verilmez. Eğer sorup sorgulamakta ısrarcı olanlar olursa onlar da; “İnanç sistemi sorgulanamaz!” diye azarlanır, ayıplanır, yadırganır. Bu sistemde zaman, çevre, bilim ve teknoloji önemsizdir, orada itaat esastır.

Öğretmenlerin işi özgür bireylerle... Hocaların işi ise bağımlı ve itaat eden kullarla... 

Hani “Perihan Abla” dizisinde Perran Kutman haklı olarak; “Hoca Camide evladım, hoca camide... Ben öğretmenim” derdi ya. Gerçekten de hoca camide…

Eğitim sürecini hocalara teslim edecek olursak (ki hızla oraya doğru gidiyoruz), o zaman ortaçağa doğru zorlu bir yolculuğumuz var demektir.

Eğer çok sayıda öğretmenlerimiz bu yola “Hoca” olarak devam etmek isterlerse onlara ne diyebiliriz ki? 
***
Günlük yaşamımda bunları düşündüğüm (“soru sorulamayan” olmayı, öğretmen ve akademisyenlere  yakıştıramadığım) için; meslektaşlarıma, öğrencisi olduğum, ya da sohbet ettiğim tüm akademisyenlere “öğretmenim” diye hitap ederim. İşte iki örnek:

Geçen yıl, "Felsefe Atölyesi" anlatılarını zevkle dinlediğim Prf. Dr. Kenan Gürsoy’un haftalarca öğrencisi oldum. Bir söyleşide kendisine, niçin “öğretmenim” demek istediğimi anlatmış ve o şekilde de hitap etmiştim. Ve Sn. Gürsoy da bu hitap şeklimi yadırgamamış kabul etmişti...

Bu yıl da, Kadıköy Belediyesi Akademisi’nde üç oturum Yurttaş Temelli Siyaset sunumunu yapan Prf. Dr. Yüksel Taşkın’ın öğrencisi oldum. O da dinleyicilerinin katılımına önem veren bir kişi. 

Bir oturumda söz aldım ve ön açıklama yapmadan söze “öğretmenim” diye başladım. Sn. Taşkın hemen araya girdi ve “Ben öğretmen değilim” dedi.  O anda (daha cümlesini noktalamamışken) çok şaşırmış, üzülmüş ve bozulmuştum. Sn. Taşkın hemen peşi sıra “Çünkü benim akademik unvanlarım KHK ile geri alındı.” açıklamasını duyunca da, büyük bir acı ve üzüntü yaşadım, öfkelendim.

Tüm eğitim emekçilerine saygı ile... 


NOT: 2017 yılında "Fark Yaratan Öğretmenler" projeleri ile ortaya çıkmaya başladı. İçlerinde; kız-erkek "talebe"leri ayırıp "Hadis Halkası" yapanlar ve "Ümmetin Anneleri"  korosunu hazırlayanlar da var. Şimdi gel de bunları göremeyen hain PISA'cılara kızma.


AÇIKLAMA: Bu yazı için çokça olumlu geribildirimler alırken, Süheyla Aker arkadaşımdan çok önemli ve katkı sağlayan bir eleştiri aldım: Farsça ‘da hâce (çoğulu hâcegân) Türk­çe’ de “hoca” kelimesinin isim olarak "ev reisi, kethüda, şeyh, pîr. hükümdar, başbuğ, tacir, kadın, gönül" ve sıfat olarak "zengin, büyük, yüce" gibi değişik anlamları vardır. Sn. Aker’in bu katkısına çok teşekkür ediyor ve yazıma bir açıklama olarak eklemek istiyorum. Aslında yazımda eleştirilen “Hoca-Hocalık” anlayışı; inanç sistemini günlük çıkarlara ve politikalara alet edip okulları da buna merkez kılan zihniyettir. Eğer bu amacımı gereğince açıklayamamış ve akademik ünvan sahibi bilim insanlarını üzmüşsem çok üzülürüm ve özür dilerim. Saygılarımla…25.11.2017 


Yazarın diğer yazıları için tıklayınız