Bundan önceki yazımın başlığı, “Eğer samimi iseniz…”
idi. Nedense bu yazının yarım kalmış olduğunu düşündüm, sanki üç noktalara
sığınıp, sonucu ortada bırakmışım gibi hissettim. Daha söylenecekler,
yazılacaklar ve sorulacaklar varmış deyip, önceki başlığa sadece (+) ekleyip
devam edelim istedim.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Diyanet İşleri Başkanlığınca
düzenlenen ‘Olağanüstü Din Şurası’nda yaklaşık 40 dakika süren önemli bir
konuşma yaptı.
Bu konuşmasında, Fethullah Gülen’in darbeci yapılanması için vermiş oldukları
destek ve yardımlardan dolayı duymuş olduğu pişmanlığı belirterek özeleştiride
bulundu ve; "Bizler de bu yapıya tüm siyasiler gibi iyi niyetle destek olduk.
Açık konuşuyorum ben de şahsen pek çok görüşüne katılmasam da bunlara yardımcı
oldum… Dedik ki bir ortak yanımız var… Bunun için hem rabbimize, hem
milletimize verecek hesabımız olduğunu biliyorum. Rabbim de, milletim de bizi affetsin."
Dedi.
Sayın Cumhurbaşkanın pişmanlık duymasına neden olan bu
destek ve yardımlar sadece birkaç kişiyle sınırlı kalmış olsa ve bu işlerden
dolayı sadece birkaç kişi zarar görmüş olsaydı eğer, bunun telafisi mümkün
olabilir, belki de o zarar görmüş insanlar ile helalleşebilirlerdi.
Oysa pişmanlığa neden olan iş ve eylemler devlet adına
millettin kaynakları ile yapılmış, kimilerine taşınmazlar verilmiş, devlet
aygıtı içine yerleşmeleri için kimilerine binlerce, on binlerce mevki, makam,
kadrolar sağlanmıştır. Böyle olunca da bu işten zarar görenler sınırlı kişiler
değil, 79 milyonluk halkımız olmuş. Kimi canını-malını, kimi mesleğini, işini,
geleceğini, kimi okulunu… Ülke ise uluslararası konumunu, güvenirliğini,
ekonomisini kaybetmiş…
(Bu durum bana, yıllar öncesi çalıştığım bir kurumda
yapmış olduğumuz bir toplantımızı çağrıştırdı. O toplantıda; müdürümüz, daha
önce kurum müdürü iken istifa edip, aynı kurumda “Uzman” olarak çalışan eski
müdürümüz ve biz diğer çalışanlar vardık.
Kurumumuzun sorunları ve çözüm yolları hakkında çeşitli eleştiriler ve
katkı sağlayan konuşmalar yapılıyordu. Müdürümüz de, sık sık araya girerek tüm
sorunların kendisinden önceki dönemden kaynaklı olduğunu söylüyor ve eski
müdürümüze bazı iğnelemelerde bulunuyordu. Eski müdürümüz de dinledi, dinledi
ve söz alıp sakin bir ses tonuyla; “Müdüre hanım, ben bu dediklerinizi yapmayı
beceremediğim için, kendi isteğimle müdürlükten istifa ettim. Amacım bu işleri
yapacak birinin göreve gelmesini sağlamaktı. Peki, siz ne yaptınız onu anlatın
lütfen?” dedi…)
Şimdi asıl konumuza dönüp bazı sorular sormak zamanı.
Peki;
Yıllarca sınav sorularının çalındığı, milli eğitim,
emniyet, adliye, askeriye gibi büyük kurumların Fethullah Gülen
hareketinin kontrolüne geçtiğini yazanlar, çizenler oldu, pek çok kurumda, onlardan olmayanlar öteki
ilan edilip, mobbing (işyerinde
yıldırmak için, baskı veya psikolojik terör uygulaması) yapıldığı söylendi. Ne
yazık ki hiçbir sorumlu harekete geçmedi, kimse tınmadı bile… Ama 15
Temmuz sonrasında gözaltı ve tutuklamalar başlayınca anlaşıldı ki; her şeyi biliniyormuş,
tüm söylenenler için belgeleri,
dosyaları ve faillerin listeleri hazırmış. Fakat nedense kimse sormuyor,
bunları kilit noktalara kim yerleştirdi, olanlara bugüne kadar tüm olanlara ve
olaylara kim göz yumdu, mağdurların çığlıklarını neden kimseler duymadı?
Halkın karşısına çıkıp onların acılarını nasıl
gidereceklerini neden anlatmıyorlar?
“Ne istediler de vermedik” dediklerine “verilenler”
nelerdir?
Her istedikleri verilenlerin haksız olarak almış
oldukları, nasıl geri alınacak?
Hakları gasp edilip başkasına verilenlerin işi,
mesleği, geleceği ne olacak?
(1850’li yıllarda açılmış okulları kapattım demek çok
kolay kapıya kilidi vurur kapatırsınız. Yıkmak kolay yapmak zor.)
Devletin koruma ve kollama güvencesiyle okullara giden
fakat korunup kollanmayan çocuklar/gençler, onlarının umutları, gelecekleri ve
aileleri ne olacak?
Belki sivil insanlarımıza ve parlamentomuza karşı
yapılan bu faşist kalkışmayı yapanlar, hak ettikleri cezaları alacaklardır.
Fakat halkımızın büyük acılar ve ölümler yaşamasına, ülke kaynaklarımızın
tahrip olmasına neden bu katillere imkân ve makam sağlayan sorumlular ne
yapılacak?...
***
Eğer gerçekten samimi iseler;
Eğer gerçekten samimi iseler Fethullah Gülen
hareketinin; 40 yıl içinde okul ve diğer eğitim kurumlarında serpilip
gelişerek dünyaya yayılan gizli bir suç örgütü olduğunu bilmeleri gerekir.
Eğer gerçekten samimi iseler o kurumlarda insanların;
“minnet borcu” ezikliği içinde kıvranan, özgür bir “birey” olma yerine, bağımlı
olarak, sorgusuz-sualsiz-yorumsuz olarak, verilen her işi yapan ve her emri
uygulayan bir robot gibi yetiştirildiklerini bilmeleri gerekir.
Eğer gerçekten samimi iseler eğitimi; her bireyin özgünlüklerini özgürce ortaya koyabileceği,
düşünen, yorumlayan, soru soran, çözüm arayan, insan haklarına saygılı, laik ve
demokratik anlayışlı insanlar yetiştiren, çağdaş bir bilim dalı olarak kabul
ederler.
Eğer gerçekten samimi iseler okulları; kendi arka bahçeleri sayan anlayışlar, simsarlar, vakıf
ve derneklerin ellerinden kurtarmalılar.
Eğer gerçekten samimi iseler; kendi politik
çıkarlarına hizmet için, İmam Hatip Okullarını görev alanlarında hizmet veren
meslek okulları olmaktan çıkarıp, var olan okul sisteminin odağı haline getirmekten
ve 4+4+4 uygulamalarından vaz geçerler.
Eğer gerçekten samimi iseler; toplumu inanç
farklılıklarından dolayı ayrıştıran, sadece belli inanç ve anlayışlara hizmet
sunan bu haliyle de laiklik ilkesine uymayan Diyanet İşleri Başkanlığını
kapatırlar.
Eğer gerçekten samimi iseler; başka ülkelerde
benzer olaylar yaşandığında, sorumluluğu olan devlet adamı ve politikacıların
neler yaptıklarına, nasıl davrandıklarına bakarlar ve gereğini yaparlar.