Sn. Ziya
Selçuk TTK Başkanı olduğu zaman işe hızlı
başlamış ve eğitime önemli projeler kazandırmak istemişti. Hatta projelerin tanıtımı için katıldığı hizmet içi eğitim toplantılarında (çok istekli olduğunu belirtmek için): Kervan yolda düzelir atasözünü slogan yaparak sık sık kullanmıştı.
Ziya Bey'in TTK başkanlığı pek uzun sürmemiş (zamanın bakanı H. Çelik ile anlaşamadığı için) görevi bırakmıştı. Böylece kervan yolda düzelmemiş, önemli çabaları da sahipsiz ve sonuçsuz kalmıştı...
AKP iktidarı 16 yılını doldurmuş, MEB'i yöneten bakanlar sıkça değişmişti. Fakat başarısız olunmuş; öğrenci, öğretmen, veli ve kamuoyunda büyük bir memnuniyetsizlik oluşmuştu. MEB'deki bu yıpranmışlığı onarmak, oluşan olumsuz algıyı değiştirmek ve kötü gidişi durdurmak gerekiyordu. Bunları yapması için; sakin doğası, güzel konuşması ve akademik donanımı ile tanınan Prf. Dr. Ziya Selçuk atanmış bakan olmuştu.
Ve bu atama, partili-partisiz her kesimden büyük bir destek almıştı...
Aradan yaklaşık bir yıl geçti. Sn. Selçuk bir hafta önce, bütün kanalların verdiği bir canlı yayında (sanki İstanbul yerel seçimi için) konuşuyordu. TTK başkanlığı deneyiminden ders çıkarmış ve daha temkinli konuşuyordu. Konusu; ortaöğretim kurumları için düşünülen değişim idi. Bu konuyu görseller eşliğinde sakin sakin, tane tane anlatıyordu: Değişim için hiç acele edilmeyecek, hedefe yıllar içinde adım adım gidilecekmiş. Yeni vizyon için sloganlar bulmuştu: "Az sayıda ders derinlemesine öğretilecek" - "Öğrencilerin küçük küçük çukurlar kazması yerine, kuyu kazması..." vb. gibi...
Sn. Selçuk'un bu çağda; derslerin derin öğretiminden ve derin kuyulardan söz etmesi, bence ona hiç yakışmadı. Çünkü, geçen zaman ve bilimsel buluşlar bu derinlikleri sığlaştırıyor veya yok ediyor.
Öğretimde derinlikten çok, özgünlüğe ve sorup sorgulamaya yer vermek gerekir. Dikkat ederseniz Sn. Bakanın burada savunduğu diyalektik metotla yapılan neden-sonuç ilişkisine dayalı öğretim değildir. Sanırım derinlemesine öğretime örnek olarak; ezberci, sorup, sorgulamayan ve cinsiyetçi imam-hatip eğitim anlayışını gösteriyor. Bu anlayış (ismi imam-hatip olsun olmasın); okul öncesinde başlayıp üniversite bitinceye kadar çocuk-genç ayrımı olmaksızın her bireye etkili olarak uygulanmaktadır.
Ve bu atama, partili-partisiz her kesimden büyük bir destek almıştı...
Aradan yaklaşık bir yıl geçti. Sn. Selçuk bir hafta önce, bütün kanalların verdiği bir canlı yayında (sanki İstanbul yerel seçimi için) konuşuyordu. TTK başkanlığı deneyiminden ders çıkarmış ve daha temkinli konuşuyordu. Konusu; ortaöğretim kurumları için düşünülen değişim idi. Bu konuyu görseller eşliğinde sakin sakin, tane tane anlatıyordu: Değişim için hiç acele edilmeyecek, hedefe yıllar içinde adım adım gidilecekmiş. Yeni vizyon için sloganlar bulmuştu: "Az sayıda ders derinlemesine öğretilecek" - "Öğrencilerin küçük küçük çukurlar kazması yerine, kuyu kazması..." vb. gibi...
Sn. Selçuk'un bu çağda; derslerin derin öğretiminden ve derin kuyulardan söz etmesi, bence ona hiç yakışmadı. Çünkü, geçen zaman ve bilimsel buluşlar bu derinlikleri sığlaştırıyor veya yok ediyor.
Öğretimde derinlikten çok, özgünlüğe ve sorup sorgulamaya yer vermek gerekir. Dikkat ederseniz Sn. Bakanın burada savunduğu diyalektik metotla yapılan neden-sonuç ilişkisine dayalı öğretim değildir. Sanırım derinlemesine öğretime örnek olarak; ezberci, sorup, sorgulamayan ve cinsiyetçi imam-hatip eğitim anlayışını gösteriyor. Bu anlayış (ismi imam-hatip olsun olmasın); okul öncesinde başlayıp üniversite bitinceye kadar çocuk-genç ayrımı olmaksızın her bireye etkili olarak uygulanmaktadır.
Herkesin kendisi ve Yaradanı arasında olması gereken inançları, bizim ülkemiz okullarında zorunlu kılınıp herkese dayatılmaktadır.Bir de bize; Dinde zorlama olmaz derler. Şimdi gel de bunlara inan!...
(Bertrand Russell, "Dinin korku üzerine kurulu olduğunu ve bu korkunun zulmü doğurduğu..." iddiasında bulunur.)
Şimdi sayın bakana iki sorum olacak:
- Bugün eğitim sistemimizi etkisi altına alan imam hatip anlayışında; sormak, sorgulamak yoktur. Söylenenler, anlatılanlar ve yazılanlar sadece ezberlenip, kabul edilir. Bu mudur derinlemesine öğrenmek?
- Eğer birinci soruyu hayır diye cevaplandırırsanız ki, bilimsel kimliğiniz hayır demenizi gerektirir. O zaman eğitim sistemimizi bir ayrık otu gibi sarmalayan imam hatip anlayışından neden vazgeçmiyorsunuz?
***
Ziya Selçuk'u tanıyor ve onun akademik donanımına güveniyordum. Çünkü onunla iki yıl aynı odada çalışmış bir meslektaşı idim. Bu tanışıklık bana; Onun yönettiği kurumda, birilerine yaranma amacıyla yarışa girmeyeceğini, çağ dışına çıkmış olan anlayışlara karşı duracağını ve MEB'e çağa uygun bir anlayış getireceğini düşündürmüştü. Ayrıca, eğer çaba ve istekleri kabul edilmez ise de, TTK başkanlığından ayrıldığı gibi, bu görevi de bırakacağını sanıyordum.
Şimdi de diyorum ki, eğer Ziya bey, akademik donanımını kullanmış olsaydı; sorgulamayan bilim dışı anlayışlara karşı durur, bilimsel değişiklikler yapabilirdi. Ama O bu yolu seçmedi/seçemedi, yapılanları uygun bularak kurumun; diyanetin, dinci vakıf ve cemaatlerin denetimine girmesine karşı çıkamadı/çıkamadı.
Ben bilim insanı Ziya Selçuk'un bilimsel bir duruş göstererek, Ama, efendim!? Demesini beklerdim. Anlaşılan O, duygularının kuşatmasında kalmış ve; Peki, efendim. Demiş. Tabii ki tercih onun...
Ben ise yanılmışım, üzgünüm...
Önümüzdeki günlerde öğretim yılı bitecek, öğrenciler, dolaysıyla öğretmen ve veliler de karnelerini alacaklar. Ziya Bey'in de 10.07.2018 günü bakan oluşunun birinci yılı doluyor... Eğer bakan olarak ona da bir karne verilseydi, bence sınıfta kalırdı.
Niçin mi sınıfta kalırdı?
İşte sadece birkaç neden:
- Eğitimi ortaçağ anlayışından kurtarmamıştır.
- Zorunlu din
dersi ve eklentilerini kaldırmamıştır.
- Karma
eğitimi yok etme girişimlerine engel olamamıştır.
- Suçsuz yere KHK ile işten atılan öğretmenlere sahip çıkmamıştır.
- Köle anlayışı ile çalıştırılan ders ücretli öğretmenlik ayıbını bitirmemiştir.
- Pozitif
bilim yöntemi olup, atıl bırakılan Evrim Teorisini, etkin kılmamıştır.
- Felsefenin
önemini en iyi bilenlerden olduğu halde, okutmaktan kaçınmıştır.
- Bakanlık ve okulların üstündeki; diyanet, dinci vakıf ve cemaatlerin gölgesini kaldıramamıştır.
- Okulunu okuyup sınavını kazanan müfettişleri atıl bırakıp ücretlerini kısarken, daha fazla ücret alan, hukukla değil, emirle iş gören mülakatçı müfettişlik oluşturuldu.
- Öğretmen atamalarında; bilimsel yeterlilik yerine, yandaş arayan mülakatçı anlayışa dur diyememiştir.
- ...
Sizce, Sn. Ziya Selçuk bunca kırık not barındıran karnesi ile sınıfı geçebilir miydi?
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız