Bu ne beter çizgidir bu
Bu ne çıldırtan denge
Yaprak döker bir yanımız
Bu ne çıldırtan denge
Yaprak döker bir yanımız
Bir yanımız bahar bahçe
/Ahmet Arif
/Ahmet Arif
Açlık↔tokluk, sağlık↔hastalık, sevinç↔üzüntü, uyku↔uykusuzluk, sevgi↔nefret, dost↔düşman, başarı↔başarısızlık,
savaş↔barış … diye devam eden bu zıtlık ve birliktelikler yaşam↔ölüm zaman diliminde sürer gider...
Antik çağdan beri filozof ve bilimciler; (Yaşam=mutluluk+mutsuzluk), (Yaşam-mutluluk=mutsuzluk), (Yaşam-mutsuzluk=mutluluk) diye matematik diliyle tanımlamış ve tartışmışlar yaşamı.
Bu her üç eşitlik dizgesinde de “yaşam”
öznedir. Her yaşam, formülde yer alan iki zıt ögenin durumuna göre; renk/içerik/nitelik
değiştirir. Yaşamın bu formülü belki size çok basit görünebilir, fakat derinlere
indikçe; pek çok açılıp kapanan parantezle karşılaşır, çokça bilinmezle tanışırsınız, bu durum da sizi yorar ve düşündürür.
Sonunda da, belki “çözümsüzdür” diyerek, yılar ve kendi bu gerçeğinizi yadsıyıp kaçmak
istersiniz. En iyisi mi biz; bu girift bilinmezlikler için kalıcı çözümleri,
insan, toplum ve matematik bilimcilere bırakalım…
Ama boş da durmayalım,
nasılsa coronavirüsün bize sağladığı bolca zaman var. O halde yaşam pratiklerimizi; düşünüp, konuşup,
paylaşıp, tartışalım.
Ve eğer
anlaştıksa, penceremizi azıcık aralayıp, birazcık eşeleyelim. Bu bakış ve
eşeleme sonunda, insanların 4 farklı yönelim gösterdiğini ve numaraları her okunuşta da (sanki); "o, benim"-"buradayım" seslerini duyarsınız:
1.
“Yaşam =
mutluluk + mutsuzluk ”dur olgusuna
inanlar: Bunlar, yaşamdaki mutluluk ve mutsuzluğun neden-sonuç ilişkisiyle
birbirini tamamlayıp hep var olacağını... El birliği ile yapılacak mücadelenin
de, mutsuzluğu azaltıp, mutluluk çoğaltacağını… Yaşamı var eden doğal ve sosyal
çevreleri korumak ve haklara saygı duymak gerektiğini… Barış içinde yaşamak için sorunlarla
ve sorun yaratanlarla savaşmak gerektiğini bilir ve bu amaçlarla uğraş verirler.
Bunlar; kendi gerçeklerine ayna tutabilen, yaşamın diyalektiğine inanan
kişilerdir.
2.
Sürekli mutlu
olmayı ve hiç mutsuz olmamayı kendine dert edinmişler: Bunlar; yaşamın gerçeklerinden
uzak, hayal dünyasında yaşayanlardır. Bunlar; başkalarını önemsemeyen, "hep bana" diye düşünen, egolarına tutsak
narsist ruhlu kişilerdir.
3. Hayata tutunmak, mutlu olmak
için kendini güçsüz, yetersiz görenler: Bunlar; ham hayallere sığınıp el açar,
diz çöker; n’olur nidalarıyla dua
eder, yalvarır, söz verir, adak adar, düşleri
gerçek olsun diye, içten, masumane gözyaşı
döker… İstek ve özlemlerine kendi öz çabalarıyla değil de başka kapılardan
gelecek mucize yardımlarla ulaşmak… Kendilerini;
dilenci değil, kader mağduru, “dileyenler” olarak gören kişilerdir. Bunlar;
kurnaz ve uyanık geçinseler de aslında özgüvensiz ve çaresizdirler.
4. Ha! … Bir de mutlu olmayı
kendisine çok görenler var ki: Bunlar; yaşam boyu kendini mutsuz kılmak isteyen…
Mutlu olmak için yol, yöntem, çare arayıp bulmak yerine, kendi mutsuzlukları için hep
başkasını suçlayan, onlara öfke duyan ve sürekli mutsuz kalmayı seçen kişilerdir.
Bunlar; sorunlarıyla baş edemeyip sürekli kendileriyle uğraşan, psikolojik sorunları olan kişilerdir.
***
Diyalektik kural
gereği her insan yaşamında; mutluluk ve mutsuzlukları bir arada, iç içe yaşar.
Biri diğerinin karşıtı olsa da aynı zamanda onun varlık nedenidir. İşte bu karşıtlıklardır hem kendilerini hem de
yaşamı var eden ve anlamlı kılan…
Önemli olan,
insanın kendisi gibi başkalarını da “insan” görmesi...
“Başkalarını”
önemsemek, onların yaşadığı acıları fark etmek bizim "insani" duygularımızdır.
Peki, kendine
ayna tutmayan, ayrımcı olan, sahte pozlar takınıp, hamasi nutuklarla algı yaratanlar acaba hangi duygulara sahiptirler?!.. (Evet,
sahte dedim!.. Çünkü sahtedir; kendine ayna tutup, kendisiyle yüzleşmeyen. Sahtedir ‘kendisi’ olmayan! )
Bir de toplumsal hak ve özgürlükler konusu var ki, kişileri mutlu veya
mutsuz kılan asıl kaynak budur. Bunun düzenleyicileri ise devletlerdir.
Devletin amacı; insanları güven içinde yaşatmak, ya da daha mutlu kılmak insanı... M.Ö 3. yüzyıla dayanır ilk devletlerin kökleri…
O günden
günümüze, tüm devletler halktan alırlar güçlerini. Ancak bu güç; hep kin-nefret
üretmiş, hep savaşlar çıkarmış, hep mutlu bir azınlıktan yana, hep güçlülerin
emrinde ve acımasız olmuş…
Ve ne yazık ve ne acıdır ki, henüz insancıklara “insanca” davranan bir devlet olmamış…
Güncel
bir konu ve birkaç soru:
İşte size çok
çok güncel bir örnek: O meşhur coronavirüs sayesinde, daha önce; "komşu, mahalle,
kent, ülke içindeki olağan yardımlaşmaların, şimdi sınırları aşıp dünyaya yayıldığını, kucaklaştırıp düşmanlıkları ötelediğini ve büyük bir dayanışma sağladığını..." düşünüyorduk ki:
Meğer bizim devlet (aşağı yukarı şöyle) bir karar almış; "Siz artık kendi seçtiğiniz belediyeler aracılığı ile değil, sadece
benim dediğim yere, istediğim hesaplara bağışta(!) bulunacaksınız! ..." Demek ki devlet, kesemizi kullanmamız konusunda bile bizi ehil görmüyor! Artık bu işi de "O" yapacakmış!...
Vay be!.. Bu bir ferman, bu bir emir!.. Sizce mutsuz etmez mi insanı?
Bu emir bana, mutsuz olduğum bir anı, anımsattı: 2011 Van Depremi olduğunda depremde zarar görenlere verilsin
diye kendimce bir koli hazırlamış, Van Belediyesine gönderecektim. PTT kargo
görevlisi: “Hayır!.. Yasak1... Belediyeye
değil Valiliğe göndereceksin!..” (Nedeni açık:Van Belediye Başkanı HDP’li, onu etkisiz kılmak, cezalandırmak istiyorlar.) Bu sözleri duyunca çok şaşırdım ve ben de o zavallı görevliye kızarak: “Sen mi karar vereceksin, benim kime
yardım edeceğime?” demiştim...
Ve bir vatandaş olarak, birkaç soruyla noktalayacağım bu uzunca yazıyı:
- “Kamu
İhale Kanunu” niçin 187 ayda 186 kez değiştirildi?
- "Deprem Yardımı" diye toplanan paralar nerelere harcandı?
- Kızılay, vergi muafiyeti sağlamak için kime ve niçin aracı oldu?
- İşsizlik fonu paraları nerelerde kullanıldı?
- Dünyadaki kriz ve iflaslar bizim de kapımızı çalmaya başlamışken, neden bizde köprü, geçit yapanlara dolarlar akmaya devem ediyor?
Mutluluk dedik de bakın nerelere geldik!...
Yaşamın
diyalektiğidir bize bunu yaptıran.
Antik çağdan beri filozof ve bilimciler; (Yaşam=mutluluk+mutsuzluk), (Yaşam-mutluluk=mutsuzluk), (Yaşam-mutsuzluk=mutluluk) diye matematik diliyle tanımlamış ve tartışmışlar yaşamı.
Bu her üç eşitlik dizgesinde de “yaşam”
öznedir. Her yaşam, formülde yer alan iki zıt ögenin durumuna göre; renk/içerik/nitelik
değiştirir. Yaşamın bu formülü belki size çok basit görünebilir, fakat derinlere
indikçe; pek çok açılıp kapanan parantezle karşılaşır, çokça bilinmezle tanışırsınız, bu durum da sizi yorar ve düşündürür.
Sonunda da, belki “çözümsüzdür” diyerek, yılar ve kendi bu gerçeğinizi yadsıyıp kaçmak
istersiniz. En iyisi mi biz; bu girift bilinmezlikler için kalıcı çözümleri,
insan, toplum ve matematik bilimcilere bırakalım…
Ama boş da durmayalım,
nasılsa coronavirüsün bize sağladığı bolca zaman var. O halde yaşam pratiklerimizi; düşünüp, konuşup,
paylaşıp, tartışalım.
Ve eğer
anlaştıksa, penceremizi azıcık aralayıp, birazcık eşeleyelim. Bu bakış ve
eşeleme sonunda, insanların 4 farklı yönelim gösterdiğini ve numaraları her okunuşta da (sanki); "o, benim"-"buradayım" seslerini duyarsınız:
1.
“Yaşam =
mutluluk + mutsuzluk ”dur olgusuna
inanlar: Bunlar, yaşamdaki mutluluk ve mutsuzluğun neden-sonuç ilişkisiyle
birbirini tamamlayıp hep var olacağını... El birliği ile yapılacak mücadelenin
de, mutsuzluğu azaltıp, mutluluk çoğaltacağını… Yaşamı var eden doğal ve sosyal
çevreleri korumak ve haklara saygı duymak gerektiğini… Barış içinde yaşamak için sorunlarla
ve sorun yaratanlarla savaşmak gerektiğini bilir ve bu amaçlarla uğraş verirler.
Bunlar; kendi gerçeklerine ayna tutabilen, yaşamın diyalektiğine inanan
kişilerdir.
2.
Sürekli mutlu
olmayı ve hiç mutsuz olmamayı kendine dert edinmişler: Bunlar; yaşamın gerçeklerinden
uzak, hayal dünyasında yaşayanlardır. Bunlar; başkalarını önemsemeyen, "hep bana" diye düşünen, egolarına tutsak
narsist ruhlu kişilerdir.
3. Hayata tutunmak, mutlu olmak
için kendini güçsüz, yetersiz görenler: Bunlar; ham hayallere sığınıp el açar,
diz çöker; n’olur nidalarıyla dua
eder, yalvarır, söz verir, adak adar, düşleri
gerçek olsun diye, içten, masumane gözyaşı
döker… İstek ve özlemlerine kendi öz çabalarıyla değil de başka kapılardan
gelecek mucize yardımlarla ulaşmak… Kendilerini;
dilenci değil, kader mağduru, “dileyenler” olarak gören kişilerdir. Bunlar;
kurnaz ve uyanık geçinseler de aslında özgüvensiz ve çaresizdirler.
4. Ha! … Bir de mutlu olmayı
kendisine çok görenler var ki: Bunlar; yaşam boyu kendini mutsuz kılmak isteyen…
Mutlu olmak için yol, yöntem, çare arayıp bulmak yerine, kendi mutsuzlukları için hep
başkasını suçlayan, onlara öfke duyan ve sürekli mutsuz kalmayı seçen kişilerdir.
Bunlar; sorunlarıyla baş edemeyip sürekli kendileriyle uğraşan, psikolojik sorunları olan kişilerdir.
***
Diyalektik kural
gereği her insan yaşamında; mutluluk ve mutsuzlukları bir arada, iç içe yaşar.
Biri diğerinin karşıtı olsa da aynı zamanda onun varlık nedenidir. İşte bu karşıtlıklardır hem kendilerini hem de
yaşamı var eden ve anlamlı kılan…
Önemli olan,
insanın kendisi gibi başkalarını da “insan” görmesi...
“Başkalarını”
önemsemek, onların yaşadığı acıları fark etmek bizim "insani" duygularımızdır.
Peki, kendine
ayna tutmayan, ayrımcı olan, sahte pozlar takınıp, hamasi nutuklarla algı yaratanlar acaba hangi duygulara sahiptirler?!.. (Evet,
sahte dedim!.. Çünkü sahtedir; kendine ayna tutup, kendisiyle yüzleşmeyen. Sahtedir ‘kendisi’ olmayan! )
Bir de toplumsal hak ve özgürlükler konusu var ki, kişileri mutlu veya
mutsuz kılan asıl kaynak budur. Bunun düzenleyicileri ise devletlerdir.
Devletin amacı; insanları güven içinde yaşatmak, ya da daha mutlu kılmak insanı... M.Ö 3. yüzyıla dayanır ilk devletlerin kökleri…
O günden
günümüze, tüm devletler halktan alırlar güçlerini. Ancak bu güç; hep kin-nefret
üretmiş, hep savaşlar çıkarmış, hep mutlu bir azınlıktan yana, hep güçlülerin
emrinde ve acımasız olmuş…
Ve ne yazık ve ne acıdır ki, henüz insancıklara “insanca” davranan bir devlet olmamış…
Güncel
bir konu ve birkaç soru:
İşte size çok çok güncel bir örnek: O meşhur coronavirüs sayesinde, daha önce; "komşu, mahalle, kent, ülke içindeki olağan yardımlaşmaların, şimdi sınırları aşıp dünyaya yayıldığını, kucaklaştırıp düşmanlıkları ötelediğini ve büyük bir dayanışma sağladığını..." düşünüyorduk ki:
Meğer bizim devlet (aşağı yukarı şöyle) bir karar almış; "Siz artık kendi seçtiğiniz belediyeler aracılığı ile değil, sadece
benim dediğim yere, istediğim hesaplara bağışta(!) bulunacaksınız! ..." Demek ki devlet, kesemizi kullanmamız konusunda bile bizi ehil görmüyor! Artık bu işi de "O" yapacakmış!...
Vay be!.. Bu bir ferman, bu bir emir!.. Sizce mutsuz etmez mi insanı?
Bu emir bana, mutsuz olduğum bir anı, anımsattı: 2011 Van Depremi olduğunda depremde zarar görenlere verilsin
diye kendimce bir koli hazırlamış, Van Belediyesine gönderecektim. PTT kargo
görevlisi: “Hayır!.. Yasak1... Belediyeye
değil Valiliğe göndereceksin!..” (Nedeni açık:Van Belediye Başkanı HDP’li, onu etkisiz kılmak, cezalandırmak istiyorlar.) Bu sözleri duyunca çok şaşırdım ve ben de o zavallı görevliye kızarak: “Sen mi karar vereceksin, benim kime
yardım edeceğime?” demiştim...
Ve bir vatandaş olarak, birkaç soruyla noktalayacağım bu uzunca yazıyı:
Ve bir vatandaş olarak, birkaç soruyla noktalayacağım bu uzunca yazıyı:
- “Kamu İhale Kanunu” niçin 187 ayda 186 kez değiştirildi?
- "Deprem Yardımı" diye toplanan paralar nerelere harcandı?
- Kızılay, vergi muafiyeti sağlamak için kime ve niçin aracı oldu?
- İşsizlik fonu paraları nerelerde kullanıldı?
- Dünyadaki kriz ve iflaslar bizim de kapımızı çalmaya başlamışken, neden bizde köprü, geçit yapanlara dolarlar akmaya devem ediyor?
Mutluluk dedik de bakın nerelere geldik!...
Yaşamın
diyalektiğidir bize bunu yaptıran.