Terkos etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Terkos etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Mart 2020 Cuma

“KEŞKE…”


Toplumu oluşturan her birey; kişiliği, işi, eşi, ailesi, okulu, arkadaşları, ülkesi ve yakın-uzak çevresinden kaynaklanan sorun-çelişki-mutluluk birlikteliği içinde yaşar.

Eğer birey, hedefine ulaşıp başarırsa mutlu, başarısız olup hedefine ulaşmazsa da mutsuzdur. Yaşam, bu zıtlık ve birliktelik içinde sürüp gider.  

Toplumlar, paylaşarak, ortaklaşa bir işbirliği içinde birlikte yaşamayı hedeflerler.
Bu birlikteliğin bir amacı; huzuru sağlayıp giderek, mutluları çoğalan, mutsuzları azalan bir düzen oluşturmaktır.

Diğer bir amaç ise; dünden bugüne insanlara ve diğer canlılara çokça acı ve ölüm yaşatmış ve daha da yaşatacak olan insan kaynaklı ve doğa kaynaklı olaylardan korumaktır.

İnsan ve yönetimler:

Sömürü ve paylaşım savaşlarını ortadan kaldırmak, barış içinde yaşamak öncelikli görevimizdir. Çünkü bu savaşlar; hem doğal çevreyi yok eder, hem de insanlara ölüm ve acıyla biten büyük zararlar verirler.

Yaşamayı hak etmek için zorluklarla mücadele etmek, barışı getirmek gerek. Bu da ancak her kişi, grup ve önderin birlikte harcayacağı yoğun emekle mümkündür.

Toplumların, çevresel sorunları yok edecek, huzur ve güveni sağlayacak görevlilere ihtiyacı vardır. Bunların kimi seçimlerle, kimileri de seçimle gelenlerin seçimiyle belirlenir. Bu kişileri; başkan, bakan, mülki amir ve diğer hizmet alanlarındaki çalışan yargıç, doktor, öğretmen, asker, polis… gibi uzunca bir liste ile sıralayabiliriz.   

Hani bu görevlendirme ve organizasyonun; toplumsal ve çevresel sorunları yok edip huzur ve güveni sağlamak için kurulduğunu söylemiştim ya bu günümüzde ham bir hayal. Günümüz dünyasında bu organizasyonlar sadece sömürü ve paylaşım savaşlarının birer neferi olarak çalıştırılıyor.  Tek bir amaçları var: mutlu bir azınlık yaratmak.        

Ne zaman ki, toplumsal ve doğasal bir felaketle karşılaşılır işte o zaman mutlu bir azınlık yaratmak peşinde uğraş verenlere dönüp; "ne yaptınız?" dercesine bakılır.

Yani olayın sonuçları sıcağı sıcağına ortaya çıkınca…

Yani zorluklar; yaşanamaz, katlanılamaz sonuçlar doğurunca…

Yani acılar yaşandıktan, iş olup bittikten sonra...

İşte o zamanlarda cılız da olsa sesler ve itirazlar yükselir.

Sonunda kaçacak bir kuytu köşe (dalda) bulamayan etkili/yetkili özneler ve işbirlikçileri (ürkek-korkak poz vererek); ekranda, meydanda, salonda halkın karşısına çıkar hamasi nutuklar çeker… Üzüntü ve pişmanlıklarını; keşke/keşki/bari/ne olurdu sözcükleri ile bezenmiş cümlelerle dillendirirler.

Dinleyenlerin çoğu bu tür samimiyetsiz tür söylemleri: yarım ağızla yapılan konuşma veya ilmi siyaset(!) olarak değerlendirir.

Haksız da değiller...

Çünkü özeleştiri yapan, özür dileyen kişi kısaca; “Ben, görevimi gereğince yapmadığım için başarısız oldum. İnsanlar zarar gördü, istenmeyen durum ve üzüntüler yaşandı… Başarısız olduğum için artık bu görevi yapmam. Bu görevi yapabilecek olan birilerini arayınız ...”  demek istiyor demektir.

Tabii ki, özeleştirisini yapıp özür dileyen, eğer halka saygı duyan, samimi bir kişi ise; mutlaka ve hemen görevinden ayrılmalıdır.

İşte o zaman özeleştirisi ve özür dilemesi anlam kazanır, o zaman hoşgörüyü hak eden, saygıdeğer ve erdemli bir davranış göstermiş olur.  

Fakat ne yazık ki o yetkili kişiler sonrası günlerde, bu erdemliliği göstermezler. Sanki hiçbir şey olmamış gibi: “Bizler halkımızın emrindeyiz ve görevimizin başındayız.” Deyip yapışık oldukları koltuklarında mutlu azınlık için çalışmaya devam ederler.

Doğa kaynaklı olaylar:

Doğanın nitelik ve devinimleri sonucunda oluşan, keşke deyip ağıtlar yakmakla çare bulunamayan olaylar, bilinmez gün ve saatlerde bazı bölge ve ülkelerde olurlar. Biz onları: deprem, kasırga, volkan, sel, çığ, erozyon, yangın… olarak sayardık (nedense salgınları unutmuşuz!..).

Bugünlerde  Coronavirus” isimli küresel bir dert çıkıverdi bölgeleri, denizleri, ülkeleri aşarak tüm sıralamaları altüst edip en ön sıraya yerleşti.

Bu küresel olaylar; soy, sop, zengin, fakir, sınır tanımaz, büyük acı, kitlesel ölüm, kıtlık yaşatarak sosyal yaşamı olumsuz etkiler, ekonomilere diz çöktürür. Dünyanın bugünkü bilimsel ve teknik güçleri, henüz bu olayları engellemeye ve durdurmaya yetmemektedir. Bunun için de bu felaketlerin sebep olduğu zarar ve kayıpları en aza indirecek uluslararası dayanışma ve işbirliğine ihtiyaç vardır.

Her ülkenin merkezi ve kent yönetimleri, bu amaçla uluslararası işbirliği ve bilimsel araştırmalarında birer paydaşı olarak yer almalı, katkı verip önlemler almalıdır.

Kısa Kısa..

Bilime olan inancım, dünya gündeminde ön sıraya yerleşen “Coronavirus” salgının dünyaya dersler ve zarar vererek yenileceği yönündedir.   

O zaman biz de yeniden ağırlıklı olarak ülkemiz sorunlarına döneceğiz.

Biliyorsunuz pek çok yer gibi İstanbul da deprem bölgesi, her an büyük bir deprem olabilir. İstanbul’da en çürük alan da Avcılar bölgesi… “Kanal İstanbul” denen ucube, İstanbul’un su kaynağı Terkos’u ve bitek tarım arazilerini bol köprülü bol betonlu rantiyelerle  bezedikten sonra Avcılar’da denizle buluşacakmış!…

Peki, böyle bir felakete hazır mıyız?   


Diğer yazılarım: tıklayınız