Gündemde o kadar çok acı
acı güldürecek konu var ki!... İnsana ister istemez; Nasrettin Hoca,
Karagöz-Hacivat, Keloğlan ile Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Muzaffer
İzgü gibi ustaları hatırlatıyor.
İnsanın her
yaşantısını kayıt altına alan sonsuz bir belleği olduğunu söylerler. Ama koruma
altındaki bu bilgilere ihtiyaç duyduğunuzda ulaşmak hiç de kolay olmuyor. Hatırlamak için bazen, saatlerce/günlerce, dolaşıp durursunuz. Bazen de bir sohbet, bir sevinç, bir üzüntü, bir olay, ya da hiç olmadık bir yer ve zamanda; “çağrışım”
dediğimiz yolla, pat diye aniden ortaya çıkıverir bu bilgiler.
İşte böylesi
çağrışımlar yapan bazıları, yukarıdakileri veya benzeri ustaları anarak; “Eğer onlar yaşayıp bu konuları dillendirselerdi,
kim bilir ortaya ne muhteşem eserler çıkardı!...” derler. Bazıları da haklı olarak, ülke iklimini düşünerek; “Ama şimdi yaşayan ustalar da
susturulmuş, baskılanmış durumda…” diyerek karşı ilk konuşanların kekelemesine
neden olurlar.
Yani Nasrettin Hoca
deyişiyle; hem bazıları, hem de diğer bazıları haklı…
“Acı acı gülmek”; bizim ve bizim gibi ülkelerin her gün sıkça yaşadıkları bir gerçektir. İşte geçen haftadan; duyanları acı acı
güldürecek ve düşündürecek olan sadece iki buçuk (2,5) haber:
***
Birinci haber, “Sakıncalı Afacanlar…”:
Ben bu haberi okuyup ve düşünürken; Uğur
Mumcu’yu ve onun “Sakıncalı Piyade”
eserini anımsadım. “Sakıncalı Piyade” 12 Mart askeri darbesinin öncesi ve sonrasındaki
yaşanmışlıkları anlatan bir eser. Bu eserin arka kapağına bakın Aziz Nesin neler yazmış:
"Ellerin
dert görmesin Uğur Mumcu! Sakıncalı Piyade'yi yazdığın için, eline sağlık,
ağzına sağlık, canına sağlık. Kendi yazdıklarıma gülemem. Ama senin
yazdıklarını gülerek okudum. 'Acı acı gülmek' deyimi vardır ya, işte öyle acı
acı güldüm."
Cumhuriyet
gazetesinden Hakan Dirik’in, “Sakıncalı
Afacanlar” Haberi de, acı acı güldüren böylesi bir
haber:
İzmir’de faaliyet gösteren Toprak Sahne Tiyatrosu, “Çevreci
Afacanlar” adlı müzikli çocuk oyununu sahnelemek isteği ile Manisa'nın Akhisar
İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’ne başvuruda bulunur. İşte kendilerine verilen cevap:
“İlgi yazınız ile bildirilen “Çevreci Afacanlar” isimli tiyatro eseri
incelenmiş olup inceleme sonucunda;
Tiyatro metninin 6. sayfasında ‘Bilgican’ adlı tiyatro
karakterinin savaş karşıtlığı ile ilgili sözlerinin oyunun konusuyla alakasız
bulunduğu,
Yine aynı sayfada ‘Yaşlı Ağaç’ adlı karakterin şiddet karşıtı
sözleri ile çevre temizliği arasında bir ilgi kurulamadığı,
Ülkemizin içinden geçtiği bu hassas dönemde savaş karşıtlığı gibi siyasal
söylemlerin çocuklarımıza sunulmasının sakıncalı olduğuna karar verildiğinden
okullarımızda oyun tanıtımı ve afişlerinin asılması uygun görülmemiştir”
Peki, acaba savaş
karşıtı ve siyasi söylem sahibi olduğu söylenen ‘Bilgican’ ve Yaşlı Ağaç’ neler söylemiş? İşte o konuşmalar:
“BİLGİCAN: Yeter... Böyle bir anda bile kavga
ediyorsunuz. Biz çocuklar kavgalardan, savaşlardan bıktık artık. Kavgasız
savaşsız ve tertemiz mutlu bir dünya istiyoruz.
YAŞLI AĞAÇ: Bilgican haklı çocuklar. Böyle davranmak sizlere hiç yakışmıyor.
Siz çocuklar sevginizle, dostluğunuzla biz büyüklere örnek olmalısınız. O zaman
her şey daha güzel olacak. Böylelikle dünyamız daha yaşanır bir hale gelecek.
YAPRAKCAN: Haklısınız. Ufakcan’dan ve sizden özür dilerim./UFAKCAN: Ben
de.
BİLGİCAN: Ya arkadaşlarımızdan? /İKİSİ: Sizden de özür dileriz
arkadaşlar.
YAŞLI AĞAÇ: Yaşasın barış./BİRLİKTE: Yaşasın barış. /BİLGİCAN: Arkadaşlarımızda bizi affettilerse Etos’u yakalamak, çevremizi ve
ormanlarımızı kurtarmak için bir çare düşünelim. /YAŞLI AĞAÇ: Etos’u yakalayıp iyi bir ders verelim./UFAKCAN: Kafasını
kıralım./ YAPRAKCAN: Tüylerini yolalım./ UFAKCAN: Dövelim./
YAPRAKCAN: Evet dövelim.
YAŞLI AĞAÇ: Hayır çocuklar hayır. Şiddet çözüm değil. Önemli olan onları
eğitip bir daha çevremize ormanlarımıza, doğal varlıklara zarar vermemesini
sağlayabilmek…”
***
İkinci haber, “Robot Sanbot”:
Siz o sahneyi izlemeseniz de mutlaka duymuşsunuzdur. Olay şöyle: U.D.H Bakanı Ahmet Arslan, “Güvenli
İnternet Günü” için düzenlenen törende konuşurken, birden programın sunucusu
robot ”Sanbot” araya girer ve ”Yavaş konuş, ne diyorsun
anlamıyorum” der. Daha sonra da, ”Neden bahsediyorsun?”
diye soru sorar. Bakan Arslan, belki çok kızdı ama “ulan” bile demedi. Sadece, “Değerli
arkadaşlar belli ki birileri robotu kontrol etmek durumunda. Kontrol görevini
hangi arkadaşımız yerine getiriyorsa gereğini yapın lütfen” emrini
verdi.
Sanbot’un cesaretine bak
arkadaş! Olacak şey mi?!.. Bu ne özgüven be!..
(Demek ki robot Sanbot’un
belleğine bazı yaşanmışlıklar işlenmemiş, onun için “çağrışım” yapamıyor. Onun
için OHAL şartlarında bile; yollar, denizler ve haberleşmeden sorumlu bakanın
sözünü kesip, ona sorular sorabiliyor. Anlaşılan biat etmesine engel olan özgüveni bundan…)
Görevliler telaş ve korku içinde “gereği için” hemen, robot Sanbot’u sahneden
indirip sesini kestiler.
Neyse ki gözaltında
fazla tutmamışlar Sanbot’u. Sadece belleğinde bazı değişiklikler yapıp
(kim bilir belki elektronik kelepçe de takılmıştır) tahliye etmişler. Ha… bir
de söyledikleri için, bakandan özür dilemiş Sanbot. O kadar…
Aslında memlekette
OHAL şartları varken, bu robot Sanbot’un bu eylemi, tüm
“bağlantıları” ortaya çıksın diye yıllar sürecek tutuklamalara
başvurulabilirdi. Ama öyle olmadı, bu işten ucuz kurtuldu robot Sanbot… Diğer tutukluları
düşündükçe torpilli olduğu anlaşılıyor Sanbot.
Kim bilir Sanbot kimin adamı?!..
Kim bilir Sanbot kimin adamı?!..
***
Buçuk (0,5) haber, Hülya Koçyiğit ve "özgürlük":
Sizlerin “Niçin
buçuk, hiç buçuk haber olur mu” diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Hemen
cevap vereyim: Eğer bir haberin, zaman, mekan ve gerçekle ilgisi yoksa….
Hülya Koçyiğit de; “Bu ülkede kimse baskı altında değil, bilakis herkes fazla özgür.” Diyerek böylesi bir habere imza attı.
İşte bu kadar, olay bundan ibaret…
***
Sonuç olarak; anlata geldiğim "iki buçuk (2,5) sorun", bu ülkenin sorun deryası içinde sadece bir zerrecik...
Bu zerreciklerden tekil olarak; ne bir müdür, ne bir bakan, ne de vatandaş sorumlu...
Bunlar; çevreye, barışa, farklı düşünceye, demokrasiye düşman bir anlayışın ürünü, ya da halk düşmanı bir sistemin sonuçları...
Bu halk düşmanı anlayıştan kurtulmak gerek.
İşte bu kadar, olay bundan ibaret…
***
Sonuç olarak; anlata geldiğim "iki buçuk (2,5) sorun", bu ülkenin sorun deryası içinde sadece bir zerrecik...
Bu zerreciklerden tekil olarak; ne bir müdür, ne bir bakan, ne de vatandaş sorumlu...
Bunlar; çevreye, barışa, farklı düşünceye, demokrasiye düşman bir anlayışın ürünü, ya da halk düşmanı bir sistemin sonuçları...
Bu halk düşmanı anlayıştan kurtulmak gerek.