Mühür, M.Ö
önceki devirlerden beri tüm uygarlıklarda kullanılan insanlık tarihinin en eski
onama aracıdır. Okur-yazar olmayanlar ve en üst devlet yöneticileri de
mühür kullanırlar. Yapılan anlaşmaların ve verilen sözlerin belgesidir mühür. En
önemlisi, “mühür” ait olduğu kişi ve kurumun onur belgesidir. Mühürlenen
belgede verilen sözler, mühür sahibi olmasa bile mirasçılarının yükümlülüğü ve
onurudur. Bu nedenle “mühür” hiçbir çağda yok sayılmaz, yok sayılamaz. Mühür
gerçeği sahteden ayırandır.
16 Nisan referandumu,
hem yersiz zamansız ve eşitsiz bir ortamda yapıldı, hem de insanlarımız arasında uzlaşmaz iki kutup yarattı: 1.“Evet” deyip “tek adam” sistemi olan otokrasiyii isteyenler
(ki devlet tüm kurumlarıyla taraf olup, bu kutupta yer aldı). 2. “Hayır” deyip çoğulculuk olan
demokrasi isteyenler…
Referandum sonucunu da
bireylerin kurallara bağlı ve mühürlü oyları belirleyecekti. 15 Nisan öncesinin
korku iklimi ve OHAL şartlarının, haksız, hukuksuz, adaletsiz günlerde yaşatılanlarla
yetinmediler. Ve 16 Nisan günü sonuçlarını değiştirecek organize formüller
aramaya başladılar, buldular da. Hani, nasılsa “YSK nihai kararı veriyor” ya,
ona sığınıp, biraz daha deyip sahaya YSK’yı çıkardılar. YSK, yasasında
yorum gerektirmeyen bir açıklıkla anlatılan hükmü yok sayıp, tam zıttı olan “mühürsüz
oy pusulaları geçerlidir” kararını aldılar... ”Mühürsüz oylar geçerlidir” demek, sahteyi kabul etmek demektir.
Böylece, YSK kararıyla,
doksan dakikası bitmiş olan maçın sonucunu güvensiz, geçersiz ve mühürsüz kıldılar.
Hem de hükümetin çağrı
yaparak, “ Gelin referandum sürecimizi izleyin” dediği AGİT
(Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı)
temsilcilerinin gözleri önünde:
AGİT temsilcileri de geldiler ve ayna yansıyanları:
- Referandumun eşit olmayan şartlarda yapıldığını…
- İdari kaynakların 'evet' kampanyası için uygunsuz olarak kullanıldığını…
- YSK'nın mühürsüz oy pusulalarını geçerli saymasanın kanuna aykırı olduğunu…
Belirlediler.
AGİT temsilcilerinin bu
görüşleri gerçeklerden sadece birkaçı… Bu görüşlerine karşılık ise hiç
gecikmedi. Tüm etkili yetkililer söz birliği yapmışçasına yumdular gözlerini, açtılar
ağızlarını ve (kendi çağırdıkları kişileri terörist bile ilan ettiler):
“Eyy… Haddini bil, sen kimsin yav!”, “Bu tespitler yok
hükmündedir.” Diye söylev yarışına giriştiler. Anlaşılan pek yakında yine kandırıldık diyecekler.
Cumhurbaşkanı ise, amaca
ulaşmak için her yol mübahtır demedi, ama hukuksuzluk varsa gereği yapılsın da
demedi. Yine taraf oldu, şaibeli ve tartışmalı olan referandumun sonucuna övgülerde
bulundu. İlginç bir yorumla da bir maça benzetti:
"1-0 ya da 5-0
kazanmışsın önemli değil, önemli olan maçı almaktır.” Dedi.
Tıpkı
uzatmalarda +1 penaltı golü yiyen BJK’ın elenmesi gibi, mağlup ilan etti,
tek adamlığa karşı çıkıp demokrasi isteyenleri… Ve tribünlerden alkış aldı...
***
İsterdim ki;
Toplumu oluşturan insanların
temel haklarını düzenleyen anayasa hazırlanırken; sendikalar, meslek odaları,
STK ve tüm partilerin görüşleri doğrultusunda oybirliği ile uyum sağlansın.
Eğer bu olmasa bile en az 3/5 (beşte üç) çoğunluğu ile kabul görsün… Olmadı,
oldurmadılar…
İsterdim ki;
Her parti, her birey eşit olarak;
meydanlarda, salonlarda, ekranlarda kitlesi ile buluşabilsin. Güle oynaya coşku
içinde sandık başına gitsin, özgür iradesi ile oyunu verip sonucunu
öğrenebilsin. Olmadı, oldurmadılar…
İsterdim ki;
17 Nisan’da “HAYIR” densin böylece; ego-kin-öfke sarmalındaki karanlık günler son
bulsun ve daha aydınlık günler için bir ışık olsun (belki olmuştu bile). Olmadı,
oldurmadılar…
İsterdim ki;
Cumhurbaşkanı, Başbakan,
Bakan, Vali, Kaymakam, Yargıç, Savcı, Muhtar, Müdür, İmam… TRT, AA. … (bir de son
dakika kurtarıcısı YSK) Özetle devlet içindeki tüm güç sahipleri; kendilerine
tanınan yetkileri, halkın ortak malı olan makamları, mühürleri, uçakları, zırhlı
araçları, ekranları… Tarafgir olarak kullanmasınlar. (Ama gördük ki, bîtaraf
olması gerekenler bir taraf oluvermişler.) Olmadı, oldurmadılar…
***
- Atı alan Üsküdar’ı geçti…
- Geçti Bor’un pazarı, sür eşeğini Niğde’ye…
Deseler de siz sakın inanmayın
onlara…
At tökezleyip ayağını kırdığı için Üsküdar’ı geçemedi…
Ve Bor’da da, bir kez daha pazar kurulacak.