19 Nisan 2025 Cumartesi

El ele kol kola ..


Jean-Paul Sartre (1905-1980) yüzyılımızın; önemli filozofu, edebiyatçısı, oyun yazarı, 'Varoluşçu' felsefenin de öncüsüdür.  

Varoluşçuluk, bireyin özgürlüğünü esas alır ve: "Var olan insan tutum, davranış ve eylemleriyle kendini yeniden yaratır ve biçimlendirir. / İnsan, kendi varlığını yaratan tek varlıktır. / Bu nedenle de insan, özgür olmak zorundadır..." vb. görüşleri savunur.  

İnsanlar, bireysel-toplumsal-ekonomik sorunlarını gidermek için sürekli bir arayış içinde olurlar. Doğa yasası gereği, her şey zıttı ile değişir-dönüşür var olur. Yaşamdaki zıtlıklar hiç bitmez, onlar birbirini ürete-tükete geleceğe taşırlar. 

Kuşkusuz ki, ülkemizde de değiştiren-dönüştüren doğal gelişim vardır. Fakat bizdeki 23 yıllık iktidar, çok kurnaz ve oyalamaca gündem üretmede çok mahirdir. 

Bu becerileriyle değişim-dönüşümü sağlayacak insanları atıl bırakmakta... Yurdumuzda milyonlarca 'muhalif' insanın; birlik olamayıp dağınık-parçalı-özgüvensiz kalması da AKP'nin yıllarca rakipsiz iktidar olması da bundandır.

Fakat gün oldu devran döndü, kurnaz ve usta oyuncu iktidar; 19 Mart 2025 günü (ki benim sanal doğum günümdür) 'heybeden bir turp" çıkıverdi!.. 

Sosyal-ekonomik yaşamda '8 şiddetinde' ve henüz artçıları bitmemiş olan depreme: "İmamoğlu Depremi" dendi. 

Bu deprem:

23 yıllık iktidarın duvarlarını çatlattı, çöküşünü başlattı... 

"Gezi" süreci benzeri ama çok fazlası olan: "Saraçhane" direnişini başlattı.

Saraçhane deyince anımsadım, sizinle de paylaşmak isterim: 
Sn. Özgür Özel başkanlığındaki CHP, 2024 yılı yerel seçimi başarıyla kazanmış ve iktidarı ikinciliğe düşürüp sarsmıştı. Özel'normalleşme' olsun diye iktidara el uzatmış, partisi içinden bile eleştiriler almıştı (ki, bence bu girişim, barışçı ve çok değerliydi). Fakat Sn. Erdoğan bu girişimi önemsememiş kavgaya devam demişti. 

Özel; o günlerde Saraçhane'de düzenlenen iki mitinge de katılmıştı. 

"Mayıs ayının acı ve sızıları..." yazımla eleştirdiğim toplantılar: 
  1. 1 Mayıs Emekçiler Bayramı için Saraçhane'ye gelip işçi sendikalarının en önünde yer almış, güzel bir konuşma yapmış, sonra da ortadan kaybolmuştu... 
  2. 18 Mayıs 2024'de "Büyük Eğitim Mitingi"  Saraçhane’de idi. Katıldığım bu mitingde de coşkusuzdu, katılım da çok azdı…
Fakat, 11 ay sonra Saraçhane ve sonrasında da tüm yurda yayılan milyonların katıldığı mitingleri çok çok farklıydı... En önde de Sn. Özgür Özel vardı. 

Tabii ki, bir günde ortaya çıkmadı bu milyonlar. Aslında hep çoktular ve vardılar. Sadece; kimileri: 'kaderimiz böyleymiş...' / kimileri: 'sıra bize gelmedi...' diye sessiz-çaresiz, / kimileri de sessizce partilerden birisinin küçük çadırlarına sıkışmıştı. 

Bugünlerde; hane, sokak, tarla, işyeri, okul ve meydanlarda milyonlar ayakta! 

Onlar: gelecekleri engellenmiş, karartılmış,
güvensizleştirilmiş olanlardır.  

Bakın görün işte oradalar:

Koltuk değnekli, tekerlekli sandalyeli, traktörü ile... 

15-85 yaşlarında: genç, yaşlı, ana-baba-nine-dede, çiftçi-işçi-köylü-öğreten-öğrenci hepsi el ele kol kola bir arada…

Her gün çoğalıp gürleşerek, yürüyor, solo en çok da koro olarak: 'hak-hukuk-adalet'...

Özgür, aydınlık, güvenli bir gelecek için insani hak ile özgürlüklerini istiyorlar. 

Milyonların barışçı-özgürlükçü-insani isteklerini görmeli ve anlamalıyız.  

Bergama ve Yozgat'ta çiftçiler, traktörleriyle “hak hukuk” diye eylem yaptılar.

Güvenli gelecek ancak; farklı kültürde, yaşta, cinsiyete olanların eşit-saygın özne kabul edildiği ortak yaşamlarda olur. 

Böylesi birlikteliklerde sorunlar; empati yaparak, demokratik çözümler bularak giderilir. Herkes herkesi görür, dinler, anlar ve kendisini özgür sayar. 

Demokrasi, tüm toplumsal katmanlara kök salar. Sağlıklı bir toplumsal birliktelik olur. 
  
O zaman da günümüz yönetimlerindeki: savaşçı-tutucu-baskıcı-eril-yaşlı egemen güçlerin anlayışları ve dönemleri biter. Yerlerine: barışı, demokrasiyi, çağdaşlığı benimsemiş insancıl anlayışlar gelir. 

Toplumsal birlikteliği ve sürekliliği sağlayacak taşıyıcı öznelerin de gençler olduğu kabul edilir.
 
Görüldüğü gibi, kuşaklar birlik olunca daha güçlü olur, fark edilir ve toplumsallaşırlar. 

Böylece:

Çaresizlik, çekingenlik, güvensizlik biter.  

Coşup taşarak meydanlara sığmazlar. 

Milyonlar için baharı başlatırlar. 

***
Özgürlük arayışı ve coşkusundan sonra bir de hemen hepimizi üzen birkaç olayı da anımsatmak isterim:
  • Yurdumuzda erken başlayan baharı, zamansız bir don kavurup geçti. Çiftçimizi, köylümüzü ve hepimizi çok üzdü... 
  • Demokrasi düşmanları demokrasi isteyenleri tutuk evlerine, hapishanelere gönderiyor. Kısa bir sürede nice genç ve yoldaşımız tutuklandı. Onlara tüm özgürlük tutuklularına sevgiler, saygılar... 
  • Türkiye’deki tutuklu sayısı 400 bini aşmıştır. Bunun için de yıllardır Avrupa birinciliğini başka ülkelere kaptırmıyoruz!
  • Ve çok üzgünüm çoook! Çünkü: Felsefenin, teolojinin, sosyolojinin, iletişimin, ironinin, empatinin ustası... Barışın, demokrasinin, dostluğun, insanlığın savunucusu... Direncin, zor günlerin adamı... Sevgili SIRRI SÜREYYA ÖNDER’in; o herkese yer açtığı büyük kalbi yorgun düşmüş ve şimdi yaşam savaşı veriyor... Diren yoldaşım!.. Berxwede bray delal… Diren Qardaşım!.. DİREN!.. Bak şimdi 'GEZİ' zamanı... Haydi gel bize katıl ki; silahlar sussun-kimse ölmesin-barış olsun!..       
NOT: Proje Okullarının Sevgili Öğrencileri; bundan sonraki yazımı sizin için yazacağım. Sevgiyle kalın, dolu dolu yaşayınız.

5 Nisan 2025 Cumartesi

Ya hep beraber ya hiçbirimiz birlikteliği


19 Mart 2025'de Ekrem İmamoğlu, "siyasal ve yargısal” bir operasyonla gözaltına alındı ve tutuklandı. Bu hukuksuz eylem ülkemiz için büyük bir deprem oldu ve faturası gün geçtikçe büyüyor.

Yurdun her yerinde günlerdir milyonlarca insanımız ayakta, bu hukuksuz operasyonu protesto ediyor.

Ekonomi en dibe inmesin diye: 

*Bayram tatili 9 güne çıkarılmış yine de: 

*Merkez Bankası 18-24 Mart günlerinin ateşini düşürmek için şimdilik 29 milyar dolar satmış...

*İstanbul Borsasında küçük yatırımcılara büyük kayıplar yaşamıştı. Fakat depremin artçıları bitmedi, devam ediyor. 

Sorumluluğunu bilen bir mağdur birey olarak ben de boş durmadım:

23 Mart günü kurulan 'Dayanışma Sandığına oyumu atmış...

29 Mart günkü "Maltepe Mitingi" için karara varmış...

Ve dostlarla  Bostancı sahilinde buluşmuştum.

Maltepe Toplanma Alanına coşku içinde yürüdük. (Geri dönüşümüz de  coşkuyla aynı yoldan...)

Hiç yorulmadık, aksine yürüdükçe dinlendik, düşündükçe dirildik.

Çünkü buraları, her gelişimizde bir başka güzel oluyor...

Çünkü, bu muhteşem kıyı şeridi, kesintisizce Tuzlaya uzanıyor...

Çünkü, gidiş dönüş yolunun arasına dikilen manolyalar büyüyor, çimenler güçlenerek daha derinlere kök salıyor...

Çünkü, tam karşımızda Marmara'nın incileri: Büyükada, Heybeliada, Burgazada, Kınalıada sıralanıyor...

Çünkü; "Ya hep beraber, ya hiçbirimiz " anlayışıyla milyonlarca genç-yaşlı-kadın-erkek yoldaşa bu koca meydan dar geliyor...

Çünkü milyonların; "Hak, hukuk, adalet" çığlıkları meydanı aşıyor...

Çünkü; çoğumuzun 'A politik' saydığı 'Z Kuşağı Gençliği'; Şehzadebaşı, Maltepe'de başlayıp yurdumuza yayılan protesto gösterileri ve 2 Nisan Boykotunun en önemli özneleri olmuşlardı. (Demek ki biz yanılmışız, bir özür borcumuz var: Z Kuşağı Gençlerine...)


Meydanlarımız, hiç benzemiyor 68’li-78’li yılların meydanlarına...

Şimdi meydanlarda sadece akran gençler bulunmaz, dört kuşak bir arada!

Belki akademiler susmuş-susturulmuş, fakat bu kez halden anlayan yoldaşlar çoğalmış.

Bakın, görün işte: nine-dede-anne-baba-kardeş-torun el ele, omuz omuza...

Coşkulu milyonlar meydanlara çıkmış: "Hak hukuk adalet" istiyor.

Uzak değil haklarını bugün-yarın alacaklar...

Fakat onların sesleri dalga dalga çoğalıp yankılanarak taa uzaklara varacak.

O uzaklarda korkulu rüya gören birileri de panikleyip, hiç istemedikleri kararları verecek...

Onların gizli tanıkları, besleme medyaları, kayyumları... yargılama ve denetim dışı tuttukları kaba militarist zalim güçleri var. Bu güçlerin gücü ve yalanlarıyla, düzenlerine karşı olanlar için bir korku iklimi yarattılar.

Halkın kaynakları ve iradelerine vahşice-sadistçe saldırdılar.

Kadın-genç-yaşlı-hasta farkı gözetmeden saldırıp kitlesel tutuklamalar yaptılar, yapıyorlar.

Ahmet Arif, bu korkakları şöyle tanıtır:

"Bunlar,
Engerekler ve çıyanlardır,
Bunlar,
Aşımıza, ekmeğimize
Göz koyanlardır,
Tanı bunları,..."

Halkımız da zulme-talana karşı direniyor ve diyor ki:

"Biz korkmayız ondan bundan..."

Onlar ise; korkuyor, yönetemiyor ve çırpınıyorlar!

Elbette halkın demokratik gücü tez zamanda, onları geri gelmemek üzere gönderecek... Ve sırça köşklü saltanatları bitecek!

***

Şimdi de bu korku salan, uyku bölen: "Hak hukuk adalet" sözcüklerin anlamları neymiş birlikte bakalım:

'Hak'; Arapça kökenli bir sözcüktür. Dilimizde: kazanç-kazanım-çıkar gibi karşılıkları vardır. Kısaca: bireye özel kazanımlar da diyebiliriz. Bu sözcük tüm sözlü-yazılı anlatımlarda kısaca yaşamın olduğu her yerde çok sık kullanılır.

'Hukuk'; Arapça kökenli ve 'hak' sözcüğünün çoğul halidir ve toplumsal düzenin kuralları ile kişisel hakları belirler ve korur.

"Adalet" de Arapça kökenli bir sözcüktür. Anlamı; eşit olmak, eşit kılmak, denklik, denge, doğru davranmak, hakkı teslim edecek hüküm vermek, herkese ve her şeye hak ettiği şekilde davranmak demektir. Demek ki adaletsiz bir yaşam ol(a)maz! Ve adaleti ancak kuvvetler ayrılığı ilkesini uygulayan bir hukuk devleti sağlar.

Hak-Hukuk-Adalet sözcüklerinin üçü de Arapça ve aynı kökten türedikleri için de benzeşir ve birbirlerini tamamlarlar. Ve herkes için hava-su kadar gereklidirler.

Halk işte bu yüzden; iş, çarşı, pazar, okul yani yaşamın olduğu her yerde hak-hukuk-adalet istiyor.

{Biliyorum bazı dostlar kızarak: "Demek ki, milyonlar isteklerini Arapça dillendirilmiş! diyecekler. Haklılar tam da öyle oldu, ama olsun! Çünkü; diller insanlığı yücelten evrensel değerleridir. Diller arasında geçirgenlik olabilir.}

Eğer milyonlarca insan her ortamda: hak-hukuk-adalet istiyorsa...

Düşünebilen hemen herkes bu konuda genelleme yaparak ve:

*Demek ki; halkımız, Haksız-Hukuksuz-Adaletsiz kalmış!

Ve hiç duraksamadan peşi sıra da şunları der:

*Demek ki; 23 yıllık iktidar demokrasiden uzak adil olmayan bir rejim kurmuş!

*Demek ki bu rejim; halkın hakkı olan: Hak-Hukuk-Adaleti sağlayamamış...

*Demek ki halka; Haksızlık-Hukuksuzluk-Adaletsizlik yapılmış... DER!

*

Hristiyan felsefeci-düşünür Aurelius Augustinus (354–430):

"Adalet olmayınca devlet büyük bir çeteden başka nedir ki?"

Demiş! ...

*
BOYKOT

Ben bir boykotçuyum:

15-18 Aralık 1969'da TÖS önderliğinde 'Büyük Öğretmen Boykotu'na katıldım, yargılanıp beraat ettim.

1973'de öğretmenlikten istifa edip yeniden öğrenci oldum. 1975 yılında uzun süren bir boykota katıldık. Bu süreçte darp edildim, haksız yere tutuklanıp ve kısa süre cezaevinde kaldım. Sonra okuldan atıldım ve Danıştay kararıyla geri döndüm...

24 Aralık 1979'da TÖB-DER önderliğinde Maraş Katliamı’nın birinci yıldönümünde bir günlük boykota katıldım, açığa alındım, soruşturma sonucunda göreve döndüm.

2 Nisan 2025'de de gençlerin organize ettiği bir günlük "Satın Almama Boykotu"na da katıldım.

Bu boykot ve eylemlere hak aramak için bilerek-isteyerek katıldım, hiç de pişmanlık duymadım. Fakat bunları anne-babam-akrabalarım duyup üzülmesin diye çok çırpındım…

Şimdi ise haksızlık yapan zalime karşı: nine-dede-anne-baba-çocuk-torun... Bir arada dört kuşak, el ele, omuz omuza...

Bu ne güzel bir görüntü ve birliktelik!
Aydınlık bir gelecek için bu dirençli örüntünün sürmesi gerekir...