Geçen haftaki "Deşta Zenan (2)": “Şimdi
eğer bu muhteşem Peri görüntüsüne arkamızı döner ve gelecek olan tatlı bir inişi
30-40 adım yürürsek, yolun ikiye ayrıldığını
ve tam karşımızda da “Deşta Zenan” olduğunu göreceğiz (Orayı çok
özledim!..).” diye bitirmiştim.
O halde bazı coğrafi ve tarihsel bilgilerle kaldığımız yerden devam
edelim:
Kürtçe olan “Mezela Sipi”, Türkçe'de 'Beyaz Mezar' demektir. Burası iki büyük tepe olan: "Çiyaye Berojke" (Bu tepenin uzantıları aynı zamanda resmi bir sınır belirleyici olarak kabul edilir: Doğuda kalan bölüm komşumuz Xajik köyüne, batısı ise bizim köye ait meradır. "Ziyaret Tepesi" ya da 'Kutsal Mekan' kabul edilen burası hakkında çok fazla bilgi yoktur. Sadece burada; bir 'kutlu asker' olan 'Şehit Yusuf'un türbesi olduğu kabul edilir. Diğer ziyaret yerleri gibi burada da namaz kılınır, dilek dilenir, adak adanır, ağaçlara renk renk bezler asılır... Buradaki bir mağara doğal soğuk hava deposu olarak her mevsim buzla kaplıdır.) ile "Beroje Mezin" (Büyük Dağ)'ın “V” şekilde kesişimiyle oluşan bir geçittir.
“Mezela Sipi” için değişik hikâyeler söylense de en çok kabul göreni; güçlü belleği ve tarihi bilgisi olduğu söylenen şimdiki "Sağdıç" ailesinin dedelerinden biri olan "Memede Hese"ye aittir. O dedenin 2 nesil sonrası torunlarından biri olan 80 yaşındaki Aziz Sağdıç duyumunu şöyle özetlemişti: “Buraya 1600'li yıllarda bilinmedik göçer bir kabile yerleşmiş ve bir salgın hastalığa yakalanmıştır. Hastalığa tutulanlardan sadece birsi sağ kurtulur, diğerleri kısa zamanda vefat eder..." İşte bu insanların mezarlarına verilen isimdir, "Mezela Sipi".
Ve o bilinmedik insanlara ait harabeler ve yazısız mezar taşları biraz ileride, yaylanın hemen başlangıç noktasında...
Kızlı erkekli genç çoğunluk; terden sırılsıklamdı, Mezela Spi rüzgârıyla üşümüştü, Peri Vadisi görselliği ile de büyülenmişti. Zaten bu çağın kendine özgü hayalleri, sevdaları, başkası ile paylaşılmaz olan pek çok gizli yaraları da vardı... Kimisi sevdiğinden ıraktaydı, kimisi yakınındaki sevdiğine kaçamak bakışlarla baksa bile; ('görenler ne der' diye) dokunamaz, ses veremez, suskun bir uzaklıkta kalırdı...
Kürtçe olan “Mezela Sipi”, Türkçe'de 'Beyaz Mezar' demektir. Burası iki büyük tepe olan: "Çiyaye Berojke" (Bu tepenin uzantıları aynı zamanda resmi bir sınır belirleyici olarak kabul edilir: Doğuda kalan bölüm komşumuz Xajik köyüne, batısı ise bizim köye ait meradır. "Ziyaret Tepesi" ya da 'Kutsal Mekan' kabul edilen burası hakkında çok fazla bilgi yoktur. Sadece burada; bir 'kutlu asker' olan 'Şehit Yusuf'un türbesi olduğu kabul edilir. Diğer ziyaret yerleri gibi burada da namaz kılınır, dilek dilenir, adak adanır, ağaçlara renk renk bezler asılır... Buradaki bir mağara doğal soğuk hava deposu olarak her mevsim buzla kaplıdır.) ile "Beroje Mezin" (Büyük Dağ)'ın “V” şekilde kesişimiyle oluşan bir geçittir.
“Mezela Sipi” için değişik hikâyeler söylense de en çok kabul göreni; güçlü belleği ve tarihi bilgisi olduğu söylenen şimdiki "Sağdıç" ailesinin dedelerinden biri olan "Memede Hese"ye aittir. O dedenin 2 nesil sonrası torunlarından biri olan 80 yaşındaki Aziz Sağdıç duyumunu şöyle özetlemişti: “Buraya 1600'li yıllarda bilinmedik göçer bir kabile yerleşmiş ve bir salgın hastalığa yakalanmıştır. Hastalığa tutulanlardan sadece birsi sağ kurtulur, diğerleri kısa zamanda vefat eder..." İşte bu insanların mezarlarına verilen isimdir, "Mezela Sipi".
Ve o bilinmedik insanlara ait harabeler ve yazısız mezar taşları biraz ileride, yaylanın hemen başlangıç noktasında...
***
Bu zirve aynı zamanda önemli bir kavşaktır da... Köyde buluşup, yaylanın dört mahallesine gidecek olanlar burada ayrılmaya
başlar, mahallerden gelip köye gidecekler de burada bir araya gelirlerdi. Yaylaya gidiş-dönüş
saatlerinde, ya yaylaya, ya da köye gidilirdi, bunun için yol trafiği genellikle tek yönlü olurdu.
*
Karşınıza çıkan “Deşta Zenan”; uzunluğu 7,6 km, genişliği 4,5 km olan engebesiz bir alandır. Karşıdan bakınca sağında: Çiyaye Berojke,
solunda: Beroje Mezin, tam karşınızda ise Çiyaye Şawletê yer almaktadır -15 Mayıs 2005; 4 kardeş Şawlet Tepesini asırlardır bekleyen söğüt ağacının önündeyiz- Yaylanın batısında; Haftariç köyünün "Pilor Tepesi", kuzey-batısında da Xozavit köyünün "Keleme Reş" (Siyah Orman) bulunmaktadır. Kısacası burası 5 dağ-tepe ve 4 komşu köy sınırları ile çevrili büyük bir plato ovasıdır.
*
Gençler, “Deşta Zenan”a vardıklarında, günün aydınlığı yavaş yavaş grileşmeye başlar, güzel duygular eşliğinde esen serin ve hoş bir hava sarmalardı onları. Artık ne üşüme, ne ter, ne de halsizlik ve yorgunluk kalırdı. Kimileri omuz omuza “govend” oynayıp, türkü söyleyip, ıslık çalarken, bu mutlu- sevinçli coşku içinde türkü söylemeyi, oynamayı pek bilmeyen ben ve ben gibiler de kendilerine yer bulurdu.
İşte böylesi bir coşku içinde varırdık yayladaki evimizin kapısına…
Kürtçe’de köy evine: “Xani”, yayla evine de “Xırcit” ya da “Gom” deriz.
“Xırcit” ya da “Gom”lar kaba saba
taşlarla örülmüştü, zaman zaman bu taşlar arasındaki boşluklardan kendilerine yol bulan; karınca, yılan, kertenkele gibi sürüngenler geçerdi.
Kapının önünde bulunan açık alan, geceleri büyükbaş hayvanlar için barınma ve dinlenme yeridir. Keçi ve koyunlar, çevresi kurumuş meşe dalları çakılarak yapılan çitlerle çevrili, üstü açık bir "hewşe" (ağıl) içinde gecelerken, yavruları da "gomık" denen kapalı barınaklarda olurdu.
Her hayvanımıza fiziksel özelliklerine uygun olarak verilen bir isim vardır, kapıya vardığımızda hayvanlara okşayan gözlerle bakar, onlara isimleri ile seslenirdik. Tabii ki onlar da bize ses verirdi, çünkü onlar kendi isimlerini bildikleri gibi, bizi de sesimizi de tanırdı.
Sonra anne ve kardeşlerimizin yanına varır, onlarla selamlaşır, günü özetleyen sohbetler eder, ocakta yanan odun alevlerinin ışıltısı, çıtırtısı ve gaz lambasını ölgün ışığı altında otururduk. Sonra rahle benzeri "korsi" dediğimiz oturakları alır oval ceviz masanın etrafına dizilerek otururduk. Ve elimizdeki "kevçi" (tahta kaşık) ile ortadaki büyük çukur bakır kapta "helal hazır ne varsa ” hep birlikte yerdik.
Kapının önünde bulunan açık alan, geceleri büyükbaş hayvanlar için barınma ve dinlenme yeridir. Keçi ve koyunlar, çevresi kurumuş meşe dalları çakılarak yapılan çitlerle çevrili, üstü açık bir "hewşe" (ağıl) içinde gecelerken, yavruları da "gomık" denen kapalı barınaklarda olurdu.
Her hayvanımıza fiziksel özelliklerine uygun olarak verilen bir isim vardır, kapıya vardığımızda hayvanlara okşayan gözlerle bakar, onlara isimleri ile seslenirdik. Tabii ki onlar da bize ses verirdi, çünkü onlar kendi isimlerini bildikleri gibi, bizi de sesimizi de tanırdı.
Sonra anne ve kardeşlerimizin yanına varır, onlarla selamlaşır, günü özetleyen sohbetler eder, ocakta yanan odun alevlerinin ışıltısı, çıtırtısı ve gaz lambasını ölgün ışığı altında otururduk. Sonra rahle benzeri "korsi" dediğimiz oturakları alır oval ceviz masanın etrafına dizilerek otururduk. Ve elimizdeki "kevçi" (tahta kaşık) ile ortadaki büyük çukur bakır kapta "helal hazır ne varsa ” hep birlikte yerdik.
Ocaktaki meşe kütüğü kor olup yavaş yavaş küllenip sönmeye yüz tuttuğunda; vücudumuza hakimiyetimiz azalmış, uyku gözlerimizi yormuş, başımız da ha düştü-düşecek olurdu. Yarına da dinç kalkmak lazımdı!... (Gençler; sık olmasa bile bazı geceler yayla yolundaki eğlencelerini, akşam yemeği sonrasında da sürdürmek isterler. Bunun için anlaşırlar, uykusuzluğu göze alarak daha fazla kişinin katılımıyla, daha coşkulu eğlenceler yaparlardı.). Eğer böyle bir program yoksa, yer yatağımız da hazırsa; hemen gaz lambasını söndürür, kıvrılarak yatağa girer ve yün yorgana sımsıkı sarılıp yatar uyurduk.
Sabahın alaca
karanlığında kalkmış olan annemiz; sütleri sağmış, bakır kazanda mayalanan yoğurdu keçi derisi "meşk" (yayık)'a yerleştirmiş, bize de kaymağı eksik olmayan bir kahvaltı sofrası hazırlamıştır bile. Acelemiz olduğu için biz de hızlıca yerdik kahvaltımızı. Annemiz, köydekiler için hazırladığı kuru gıdaları keçi kılından yapılmış heybe benzeri torbalara, sıvı olanları ise uzun saplı bakır kaplar içine koyar, bize teslim ederdi. Biz de, eğer o gün köye gidecek odun ve kışlık yem varsa, eşek ya da katırımızı hazırlar, onları yükleyip köyün yolunu tutardık.
Ama yaylaya gelişimizdeki gibi türkü şarkı söyleyerek değil, bu kez daha acele, daha telaşlı, daha hızlı olmak zorundaydık. Çünkü kavurucu sıcaklar başlamadan işbaşı yapılmalı, yaylaya gelmeyen büyüklere de yiyecek içecek ulaştırılmalı...
Bugünlük bu kadarla yetinelim, devamını da gelecek haftalara bırakalım.
Ama yaylaya gelişimizdeki gibi türkü şarkı söyleyerek değil, bu kez daha acele, daha telaşlı, daha hızlı olmak zorundaydık. Çünkü kavurucu sıcaklar başlamadan işbaşı yapılmalı, yaylaya gelmeyen büyüklere de yiyecek içecek ulaştırılmalı...
Bugünlük bu kadarla yetinelim, devamını da gelecek haftalara bırakalım.
Diğer yazılarım: tıklayınız
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder