Haftada bir kez yazmayı düşündüğüm yazılarımı düzensiz
aralıklarla yazmaya başladım. Bunda önemli bir neden de sıcaklar, hava sıcak,
fakat gündem daha da sıcak, kan gözyaşı, acılarla bezenmiş, yurdum insanı bu
kara-sarı-sıcaktan bezmiş, sinmiş, duyarsızlık içinde…
Sıcak havalarda, serinleyecek çözümler arar ve bulabilir insan. Bazen bir
gölgeye sığınır, bazen karşılıklı pencereleri, varsa klimayı açar, bazen de;
duş, havuz, ırmak, göl, deniz hangisi varsa girer çıkar veya günbatımını bekler
ve biraz serinler.
Ama öyle bir kara-sarı-sıcak bir gündemimiz var ki, ondan korunmak,
kurtulmak hiç de kolay değil. Öyle bir yıkıcılığı var ki, 8 kuvvetindeki bir
deprem gibi, öyle bir yakıcılığı var ki, sellere neden olan sağanaklarla
bile sönmeyen, Kış, İlkbahar, Yaz, Sonbahar demeden hep yanan, hep kavuran…
Sanki Yaşar Kemal’in o muhteşem eseri “Sarı Sıcak’taki iklimin devamı gibi…
Bu iklimde yokluk, açlık, unutulmuşluk, kimliksizlik içinde doğup, acı, öfke ve
kinleri tedavi edilmeyen insanlar yaşar, bunlar yaşlanıp ya da ölünce de tüm bu
ağır mirasları çocuklarına kalır. Böylece bu genç çocuklar, ‘sermayesi
derdi, serveti ahı’ olan acılı bir kuşak olmuştur adeta. Güven içinde
olmayan, gelecekleri meçhul gençler, bu küçücük yaşlarında; yangınlar,
yıkımlar, sürgünler görmüş, yakınları, arkadaşları ve komşularının pek çok
haksızlığa uğramalarına ve ölümlerine tanık olup, acılarını yaşamış bunlar…
Özetle bu gençler; sindirilmiş, bastırılmış, kışkırtılmış ergen-gençlerdi
ve bizim insanlarımız, bizim gençlerimizdi.
Her ana-baba bu ergen gençlerin öfke ile neler yapabileceklerini iyi bilir.
Kaldı ki bunlar tek değil grup olmuş yüzlercesiydi, bunların birlikte neler
yapacaklarını neden düşünemedik?
Neden onların ölümüne engel olabilecekleri arayıp, bulup onları
kurtaramadık?
Neden korkup sinip seyirci kaldık?!..
…
Belki doğru, belki yanlış, fakat bu gençler kötü miraslarına isyan edip,
çözümü/özgürlüğü hendeklerde aradılar.
Hiç mi halden anlayanı, ergen psikolojisini bilen yetkilimiz yoktu?
Neden kimse onları çağırıp, ne istiyorsunuz diyen yetkilimiz yoktu?
Belki de (söylendiği gibi) tüm bu olanlara baştan beri bilerek seyirci
kalıp, saldırı için bahane yarattılar!..
Bundandır ki çözüm aramak yerine birden bire hendek savaşlarını
başlattılar!..
***
Barışı kendileri için zül sayıp, savaştan başka çözümü olmayanlar,
tanklarla, tomalarla, akreplerle, top ve tüfeklerle savaş açtılar.
Ve Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan da 17 Mart 2016 günü alan ve ekranlarda:
“Geçtiğimiz temmuz ayından bu yana 300’ün üzerinde asker ve polisimizi
şehit verdik. Ama ne kazandık biliyor musunuz? … Bu kazanç öyle bir kazançtır
ki ancak Çanakkale ile Kurtuluş Savaşı ile mukayese edebiliriz” diyerek,
bunun bir savaş olduğunu tüm dünyaya ilan etti.
Evet, savaşı kaybetmişti o gençler, eviyle, mahallesiyle, şehriyle,
tarihiyle, coğrafyasıyla birlikte hendekler ve o gençler de yok edildiler. Göç
edenler, evsiz, barksız kaldı, sokaklarda, çadırlarda perişan.
Enkazlar, savaşta taraf olmayan, evlerinden çıkmayan, suçsuz,
günahsız, bebek, çocuk, yaşlı, kadın, erkeklerin oluşturduğu yüzlerce
kişiye de mezar oldu. Binlerce kişi sakat ve yaralı… Ölüler teşhir edildi,
tomaların arkasına bağlanarak sürüklendi, videoları paylaşıldı, girdikleri
evlerin duvar ve aynalarına faşist-sapık sloganlar yazıp nefret suçları
işlendi… Ve de tüm bu yapılanlar yapanların yanına kâr kaldı.
Sonra?
Sonra, hendekler kapandı, fakat nice sivil, nice genç, nice asker, nice
polis… Ölü evine döndü yüzlerce, köy mahalle, şehir ve tüm ülke.
Peki, daha sonra?
…
***
Oya Baydar ve arkadaşları duyarlılık gösterip “’Aslolan Hayattır’ sloganı
ile çatışmaların yaşandığı bölgede ve Ankara’da silahların susması, ölümlerin
durması, müzakere süreçlerinin başlaması için çağrıda bulunmuşlardı. Fakat
iktidarın çıkarlarını savaşa endeksli kılması, muhalefetin etkisizliği
karşısında etkili olamadılar.
Surönü Diyalogları, Oya Baydar’ın
Aralık 2015 ve Mart 2016’de Diyarbakır’a giderek yaptığı gözlemler ile
görüşmeleri “batıdan gelen biri” olarak, “bölgeyi bilen biri” ile değerlendirip
analiz ettikleri diyaloglardan oluşuyor. Aslında anlatılan konuların anlamı,
felsefesi, psikolojisi, sosyolojisi hakkında ciltlerle kitaplar yazılabilir.
Fakat yazar (okuyucunun katkı ve yorumlarını da düşünmüş olacak ki), ustaca
düzenlediği diyaloglarla, bu detaylı konuları sadece 123 sayfaya sığdırmıştır.
Bu büyük bir başarı…
Daha önce Cumhuriyet Gazetesinin bu kitaptan yaptığı bazı alıntıları
okumuştum. Fakat bu diyalogların tümünü henüz okudum. Bitirdim demiyorum çünkü
bence, her diyalogu birkaç kez yeniden okuyup düşünmek gerek. Bazen kendinizin
niçin iki zıt görüşü de haklı gördüğüne şaşırabilirsiniz. Bu durumlarda
yerinizi değiştirip “diğeri”nin bakış açısı ile olaya bakmanız gerekecektir.
Oya Baydar, işçi sınıfının örgütlü mücadelesi içinden yetişmiş bir toplum
bilimci akademisyen, yazar ve eylem insanı. İşte bu yiğit kadın,
çözümsüzlüklere çözüm olamamışsa da vicdanın sesi ile bir çığlığın oluşmasına
neden olmuştur.
Eğer olanları değişik seslerden öğrenmek isterseniz okunacak bir kitaptır Surönü
Diyalogları.
Bu yazı radikalyazar.com’da:
http://www.radikalyazar.com/sari-sicak-acili-bir-kusak/