Muhtarlar
toplantısının yeni bir versiyonu çıktı ortaya!.. Ramazan ayı boyunca, yurdun
her yerinde saraylarda, köşklerde, konaklarda muhteşem sofralar kuruluyor.
Yemekler yendikten sonra da “aynı düşünmeyen-kendi gibi olmayan-ötekilere…”
hakaret ediliyor, (kendince) “dünyaya ayar veren” nutuklar atılıyor. Ve “zorunlu canlı yayın” bağlantıları ile
dinletiliyor milyonlara…
Saray, köşk ve
konaklarda yer bulamayan garibanlar da var. Ramazan ayı boyunca onlara da;
parklarda-meydanlarda plastik masa-sandalyeler üstünde (yer bulamayanlara da
yerde gazete kâğıdı üstünde) iftar yemekleri veriliyor.
Bu konuda sorulsa
cevapsız kalacak pek çok soru var. Birkaçını soralım bakalım:
Acaba, saray sofralardaki emek ve
malzemenin giderleri kimin cebinden çıkıyor?
Acaba, bu saray sofralarının içinde,
hakaret edilenlerden alınan vergilerin de payı var mı?
Acaba, bir öğün yemek için (onuru,
gururu ile boğuşarak), iftar açmaya saatler kala itiş-kakışla kuyruklara
girenleri; Ramazan ayı bittikten sonraki on bir ayda (üç öğün) kim doyuracak?
Muhtaç olan bu insanlar ne yapacak?
***
Haydi, biz yukarıdaki
acaba’lara
cevap bekleyedurup ve asıl konumuza gelelim.
Mahallemizin örnek kuruluşu olan “Kozyatağı Dayanışması” 25 Haziran akşamı Kriton Curi Parkı’nda mahalleliler birlikte
iftar açsın diye bir “yer sofrası”
düzenlemişti. Fakat bu sofra, yukarıdakilerden oldukça farklı, çünkü bu sofra,
katılanların ortaklaşa katkıları ile hazırlanmıştı. Tıpkı Anadolu’nun uzun kış
gecelerinde bir araya gelerek, her komşunun evindeki yemeklerle katıldığı
sohbet amaçlı misafirlikler gibi.
İşte burada da böyle sohbetli “yer sofrası” hazırlanmıştı.
İftar yemeğinin hemen sonrasında da, parktaki açık hava toplantı alanında
değerli bir Toplumbilimci-yazar olan Prof.
Dr. Tayfun Atay’ın 4+4+4 konusunda
bir söyleşi olacaktı.
25 Haziran, her bölgede ormanlarımızın yandığı çok
sıcak, çok sıkıcı bir gündü…
Söyleşi konumuz olan 4+4+4’nin yaşattıkları da; çok
önemli, çok sıcak ve çok can sıkıcıydı. İktidar sandıktan aldığı gücü
abartarak, yasama, yargı ve insan haklarını hiçe sayarak eğitim alanına çok
abanmış bir durumda… Bu gidişe dur demek için bilgilenip, birlik olmamız
gerekti.
Çünkü 4+4+4, dede-nine, baba-anne,
çocuk-torun ve de yaşadığımız dünyada (evet tüm dünyada) herkesin söz hakkı sahibi
olduğu, geleceğimizin ortak bir sorunu...
Söyleşiyi yapacak olan kişi bir akademisyen-yazar,
onun yazdıklarını beğenerek okuyor, pek çok görüşüne de katılıyorum. O halde bu
toplantıyı kaçırmamalıyım.
Eşimle birlikte yer sofrasına katılmadık, toplanma
alanına yürüdük, orada, henüz ses düzeni kontrolü yapan gönüllü görevliler
dışında kimseler yoktu. Kendimize bir yer seçip oturduk. Yavaş yavaş gelmeye
başlayan her yaş ve her anlayıştaki mahallelilerimizle birlikte söyleşinin
başlamasını bekledik.
Kuşkusuz böylesi toplantılara giderken herkesin belli
beklentileri vardır. Bizler de:
- Neden 5 yıllık sınıf eğitiminin 4 yıla indirildiğini,
- Niçin 5+3+4 dan vaz geçildiğini,
- 4+4+4’lü yaşlardaki çocukların hangi psiko-sosyal özelliklerinin olduğunu,
- Neden bu iktidarca; bağımsız düşünemeyen, özgürce soru sormayan, yorum yapmayan, özgüveni olmayan nesiller yetiştirmek istendiğini,
- 4+4+4’in ilk 4’ü ile İmam Hatip ilişkisinin ne olduğunu,
- Tüm okulların niçin İmam Hatip anlayışıyla düzenlendiğini,
- Niçin borçlanarak çocukların resmi okul yerine özel okullara gönderildiğini,
- Ülkenin geleceğine yön veren Anadolu Liselerinin neden yok edildiğini,
- Hemen hemen tüm okul yöneticinin neden “Din Dersi” branşlısı olduğunu,
- Diyanet İşleri Başkanlığı ve çeşitli vâkıfların MEB üzerindeki hâkimiyetini…
Yukarıdaki ve benzeri konuları öğrenip “ne yapalım”
arayışı içinde olan kişilerdik.
Ama söyleşide yukarıdaki sorun/sorulara doyurucu
cevaplar alamadık. Sayın Atay da
böyle düşünmüş olacak ki, iki gün sonraki yazısında: “Elbette eğitimci değilim ve işin
“teknik” yanı üzerinde çok söz
söyleyebilecek ehliyetim yok. Ben AKP’nin 14 yılda 6 bakan eşliğinde ha babam
de babam yap-boza çevirdiği sistemde karşımıza çıkan rakam düzenlemelerine bir
futbol takımının oyun taktiği gibi bakıyorum! O kadar yani: 4+4+4… 3+3+3+1…” diye yazmıştı.
Oysa 4+4+4
anlayışının, Kemalizm ve ulus-devletçiliğe olan karşıtlığını, çok güzel
anlatmıştı. Zaten söyleşide bulunanların amacı da; işin teknik yönünden çok, pratikte
birey ile topluma yaşatılanları ve yaşatılacak olanları duymak, öğrenmek ve
çözümler aramaktı.
Ayrıca aynı yazısında; “Elbette AKP, ne yapıyorsa
Kemalizm’den intikam almak için yapıyor.” Diyerek kuşku yok ki onların
gizli bir amacını açıklıyordu… Oysa AKP’nin asıl amacı: kendi iktidarlarını kalıcı kılmak...
Nedense iktidarın asıl amacı için; gelecekte (kendilerine), neden-niçin-nasıl diye soru sormayan, yorum
yapmayan “ Baş üstüne, sen ne dersen o olur” anlayışına sahip dindar nesiller
yetiştirmek olduğunu anlatmadı.
Nedense, çok yakın zamanda cehaleti kutsayan ve “cahil halkın iradesine güvenen” Prof.
Dr. Bülent Arı ile Bakan Mehmet Özhaseki’nin söylediklerini de hatırlamadı veya
hatırlatmak istemedi.
Ve bu sınırlılık içindeki söyleşi, cevapsız kalan iki soru ile sona erdi:
·
9-10 yaşındaki bir dinleyici çocuk: “Kemalizm ve Solcu
nedir?” …
·
Kendisini Dersim mağduru olarak tanıtan 80’li
yaşlardaki dertli kadın da (kısaca); Deniz,
Mahir, İbrahim’lerin ülkelerini, halklarını sevdiklerini, bağımsızlık ve
özgürlük istedikleri için de öldürüldüklerini, bu gün yurdumuzda yaşanan
yakma-yıkma, acı ve ölümler karşısında neden suskun kalındığını?!...
Not: Tam bu yazıyı bitirmiştim ki, acılarımıza bir acı
daha eklendi. Yine terör, yine katliam!.. Atatürk Havalimanımız kana bulandı.
Suçsuz günahsız insanları hedef alan tüm katliamlar gibi bunu da lanetliyorum.
“SOS”: Nutuk yerine çözüm!..
Bu yazı radikalyazar.com’da:
http://www.radikalyazar.com/kozyataginda-bir-yer-sofrasi-444-soylesisi/