18 Mayıs 2016 Çarşamba

AKP "Yeni" Diye Diye Geldi, İşte Yeni Türkiye!..


Her ülkedeki kamu kurumları, alanları içinde gerekli ve önemlidirler. Fakat bu kurumlardan bazıları, herkese için yaşamsal bir öneme sahiptir. Bunlar: Güvenlik, Yargı, Eğitim, Sağlık ve Dış Politika işlerini düzenleyenlerdir. Bu alanlar ülkenin %99 oyunu almış bir görüş veya partinin yönetimi altına girerse ve eğer bu yönetim kendisinden taraf olmayan %1’in insan haklarını çiğnerse, bu gücün meşruiyeti olamaz.

Bu anlayışla ülkemizin şimdisine baktığımızda:

Kim bize, uygulanan güvenlikçi anlayışların insan haklarına uygun olduğunu anlatabilir ki? 

Kim bizi, günübirlik anlayışlarla şekillendirilmeye çalışılan yargı kurumlarının herkes için hak-hukuk-adalet dağıttığına inandırabilir ki? 


Kim bize, zorunlu din dersi verdiren bir anlayışın, verdiği eğitim ile tüm toplumu kucakladığını savunabilir ki? 

Kim bize, sağlık hizmetlerinin para kazanma aracı olmadığını ve Hipokrat yemini etmiş doktorlarca ihtiyacı olanlara verildiğini söyleyebilir ki?

Kim bize, niçin, “Herkes kötü, biz iyi…” anlayışı ile hiçbir dost komşumuzun kalmayışını ve neden, değerli yalnızlık dedikleri dünyada yapayalnız kalışımızı açıklayabilir ki? 

Her kimse O meydana çıksın; kızmadan, bağırmadan tane tane anlatsın bize…


***

Yeni Türkiye diye diye…

Sümerbank, Etibank, Deniz Yolları, Tüpraş, Tekel, Telekom gibi nice KİT’leri, nice fabrika ve arazileri paylaşıp bitirdiler yine doymadılar.

Müteahhitleri doyurmak için kentlere, parklara, deprem toplanma alanlarına bile saldırıp, talan ettiler, trafik, yol, altyapı düşünmeden, mezar taşı benzeri gökdelenler ve AVM’ler diktiler.

Ve ekonomik kalkınmayı da bu kirli ilişkilerin çokça döndüğü inşaat alanına bağladılar.

Aslında çok çoook yemişlerdi, fakat yine de doymamışlardı, çünkü bunlar açgözlü birer obez olmuştu. Ve öylesine doymak bilmez açgözlü idi ki bunlar, önlerine çıkan her şeyi, her yeri, her durumu; ellerindeki hesap makinasında bölüp, çarpıp, toplamaya başladılar.

Tarla, bahçe, zeytinlik, park, tarihi doku, ova, dere, ırmak, kumsal, kıyı, dağ, orman, maden ne varsa hepsine saldırı… Bu saldırılar sonucu köy ve kentlerdeki çevre yaşanmaz oldu, doğadaki bitki örtüsü, canlılar ve doğal denge tehlike altında…

Tüm bu projelere izin verip destek olanlara, yandaşlara ve ortak havuzlarına paracıklar akıttılar. Her günkü yaşanmışlıkları unuttursun,  karartsın diye de gazetecikler ve sazan balık benzeri gazeteci yazarcıklar yarattılar.

***

Ülkede zaten kısıtlı olan hak ve özgürlükler güvenlikçi baskıcı yasalarla yok edildi. Hâkim ve savcılarla seçim sonuçlarına endeksli maaş artırma pazarlıkları yapıldı.  Kürtlerin yaşadığı coğrafyada (hendekleri kapatmak adına) tarihi doku ve evlerini terk etmeyen nice insanlar evi-barkıyla birlikte yok edildi, sağ kalanlar zorunlu göçmen…  İnsan hakları, demokrasi, laiklik ve diğer Cumhuriyet değerlerine karşı savaş açıldı. Okullarda kızlı erkekli oturma bile “haram-günah” sayıldı, tüm okullara imam-hatip felsefesi yerleştirildi…

Peki, tüm bunlar olup biterken ana muhalefet CHP ne yaptı/yapıyor? Öylesine ürkek, öylesine korkak ki, bu haliyle ne yapabilirler ki?. Sadece iktidarın gündemden düşürdüğü bazı eskilerle uğraşıyorlar desem, haklarını yemiş olurum, söylemekten vazgeçtim.

Haklarını yemeyelim, yukarıda anlatılagelen konularda, soru önergeleri verdiler, tartıştılar ve bazen de inceleme raporları yazdılar: sözde sahip çıkıp fakat bir türlü raflardan indiremedikleri SHP’nin meşhur “1989 Kürt Raporu” gibi …

Baksanıza son günlerde de, akıl dolu bir kurnazlık içine girdiler. Elbirliği yaparak yıllarca baraj altında bıraktıkları bir görüşü işaret ederek: onların yanında imiş gibi bir algı oluşturmamak için, anayasaya aykırı da olsa milyonların oyunu alarak barajı aşan bir parti olan HDP’yi meclis dışına çıkartmak için destek verecekmiş sarayın iktidarına…

Oysa iş “lafa” gelince (sosyal demokrat olup) sadece milyonlar için değil, tek bir kişinin hakları için bile neler neler yapacaklarını anlatan nutuklar çekerler insana...

***
Sonuç olarak:

Çıkarları için her alanda dini kullanan, çevreye, doğaya ve insana haklarına karşı duran, bazı insanları ötekileştiren ve yok sayan bir yönetimle karşı karşıyayız.

Bu anlayış şimdi de filen başlamış olan “tek adam” yönetimini yasalarla yerleştirmeye çalışıyor ülkemize… Hep birlikte içinden çıkılması çok zor, sosyal, ekonomik, politik ve çevresel sorunlar yaşatmaktayız. Eğer bu durumun sürgit devamını istemiyorsak tüm toplum katmanları olarak; eşit vatandaşlık,  insan hakları ve demokrasi ortak paydasında buluşmalı ve bu gidişe dur demeliyiz. Çünkü bu güç birliği insanlarımızın ve geleceğimizin güven içinde olması için bir zorunluluk haline gelmiştir artık.


Bu yazı radikalyazar.com’da:  
http://www.radikalyazar.com/akp-yeni-diye-diye-geldi-iste-yeni-turkiye/#prettyPhoto



Yazarın diğer yazıları için tıklayınız

13 Mayıs 2016 Cuma

Gorki’nin “ana”sı ve bizim annelerimiz



Tüm canlıların varlık nedeni ve hepimizin kutsalı olan birer annemiz, bir de bu özelliklerine toplumsal boyut ekleyen annelerimiz var. (Herkesin annesine dair sevgi, saygı ve duygularını anlatmasını kendisine bırakıp…)  Sizlerle, yaşadığı acılara yenik düşmemeden, kendisi gibi olanların tarafı olmuş, hakkını aramış, toplumsal ve çevresel sorunların çözümünde yer alıp, önderlik yapmış anneleri konuşalım istedim biraz.

İlk örnek sanal alemden bir anne, bu anne; Sosyalist Düşünce tarihinde ve dünya edebiyatında önemli bir yeri olan Maksim Gorki ( Aleksey Maksimoviç Peşkov 1868- 1936)’nin “Ana” isimli romanının başkahramanı Nilovna.

Nilovna, Çarlık Rusya’sının (1900’lü ilk yılları) bir kasabasında, yoksul bir işçi olan kocası ve oğlu Pavel ile birlikte yaşıyorlarken (kendisine sık sık şiddet uygulayan) kocası ölür. Bu ölüm sonrasında Nilovna, devrimci bir işçi olan oğlunun sosyal çevresine girer ve okuma-yazmayı öğrenir. Ayrıca bu çevrede sosyalist felsefe ile tanışır. Bu felsefe ile insanları, sömürüyü, sınıfsal farklılıkları, olayları ve kısacası dünyayı tanıyıp yorumlamaya başlar. Oğlu Pavel hapiste iken, işçi olarak bir fabrikaya girer, orada ezilenlerin savunucusu, hak arayıcısı olarak eylemlere katılır. Kısacası, kendi insan haklarını bilmeyen, gördüğü baskıya karşı çıkamayan birinin, bilinçlenerek; kendisine benzer yaşanmışlıkları olan nicelerine ulaşıp, onlara rehber ve önder olan bir halk savaşçısını anlatmaktadır.

***

Yurdumuzdan anneler:

Dünyada,  kendi acıları/sorunları ile başa çıkıp da topluma örnek ve önder olmuş (“Nilovna” benzeri) nice gerçek anneler vardır. Yurdumuzda bu annelerin sayısı o kadar çok ki, ben sadece yakın zamanda toplumsal dayanışma içinde olan hepinizin tanıdığı bazı grupları anmak istedim, af ola…  

Cumartesi Anneleri: (27 Mayıs 1995'ten beri Galatasaray meydanında oturma eylemleri düzenleyen Cumartesi Anneleri yüzlerce katılımcısı ile birlikte 580. kez buluşmasını yapan bir sivil itaatsizlik grubudur.)

Bu anneler; 12 Eylül 1980 darbesi dönemi ve sonraki yıllarda gözaltına alınmış ancak bir daha haber alınamayan çocukları ve yakınları için bir araya gelip acılarını paylaşan annelerdir. (Aslında bunların katilleri/failleri belli, fakat açıklanıp, cezalandırılmıyor yani derinlikler içinde karanlık birileri.) …

Roboski anneleri: (28 Aralık 2011 akşamı Türk Hava Kuvvetleri savaş uçaklarınca, Şırnak-Uludere yakınlarındaki Irak topraklarına atılan bombalarla öldürülen 34 Kürt kökenli vatandaşın annelerin grubu.)

Öldürülenlerin 17’si çocuk yaşta, diğerleri de daha çok gençti. Bu anneler çocuklarının cesetlerini bütün olarak değil, parça parça toplayıp gömmüşlerdi. Ve tek bir amaçları vardı onların o da; bu olaya sebep olan “vur emri” verenlerin açıklanıp, cezalandırılması… Ve (failleri bilinse de) açıklanmadı, yargılanmadı!… Annelerin acıları devam ediyor. Bu anneler, yaşadıklarına benzer büyük acılar yaşamış olan Cumartesi Anneleri, Gezi Anneleri ve Somalı Annelerini ziyaret edip, acılarını paylaşarak örnek bir dayanışma gösterdiler.

Gezi anneleri: (Taksim Gezi parkında başlayıp, ülke çapında yaygınlaşan olaylarda sevdiklerini kaybedip, büyük acılar yaşamış anneler grubu.)

28 Mayıs 2013 günü çevreci gençlerin, Taksim Gezi Park’ını talan ve tahripten korumak için başlattığı çevreci eylemleri, aşırı şiddetle bastırılmaya çalışılıp, pek çok gencin ölümü, pek çoğunun sakat kalmasına neden olunmuştu. Bu eylemlere destek vermek ve ölümleri protesto etmek amacıyla yurdun pek çok yerinde gösteriler yapılmış, buralarda da büyük acılar ve ölümler yaşanmıştı.
Soma ve Ermenek anneleri: (Gerekli önlemler alınıp, uygun çalışma koşulları sağlanmadığından kömür madeninde altı ay içinde yaşanan iki büyük kazanın acılı anneleri grubu.)
13 Mayıs 2014'te, Manisa–Soma kömür madeninde 301 madencinin ölümüyle sonuçlandı...

28 Ekim 2014’te, Karaman-Ermenek kömür madeninde ise, 18 madenci hayatını kaybetti…

Suruç / Ankara/ Sultanahmet/Beyoğlu… Katliamı anneleri: (20 Temmuz 2015'te Urfa-Suruç’ta ve 10 Ekim 2015'de Ankara-Ulus’ta ve sonrası günlerde pek çok yerde canlı bomba eylemleriyle yakınlarını yitiren anneler grubu.)
Urfa-Suruç’da toplanıp İŞİD’in yerle bir ettiği Kobani’deki çocuklara ilaç-oyuncak-giyecek götürmek isteyen Sosyalist gençlere canlı bomba saldırısı, 34 ölü, pek çok yaralı… Soruşturmasındaki gizlilik halen devam ediyor…

10 Ekim'de Ankara Garı önünde pek çok sivil toplum örgütünün katılımıyla düzenlen Barış Mitingi daha başlamadan kana bulandı, katliamda 103 kişi öldü, pek çok yaralı… 17 Şubat 2016 Ankara'da askerî servis otobüslerinin arasında patlatılan bomba 28 kişi öldü, pek çok yaralı….

Sur/Cizre/Nusaybin/Silopi/Yüksekova/Silvan/Lice/Şırnak ... Anneleri:  (7 Haziran 2015 ten sonra büyük kıyım ve acılar yaşayan ve yaşamaya devam eden anneler)

Eğer halen sağ kalabilmişlerse, bu annelerin pek çok yarası var, kiminin bebeleri, çocukları, gençleri, eşleri, yaşlı-anne-babaları öldürülmüş bu da pek çoğu yaralı ve sağ kurtulanların ise evi barkı kalmamış, zorunlu göçe zorlanmış perişan… 
Biliyorum bunları okuyunca hemen hendek muhabbeti başlatanlar olacaktır. 

Böyle düşünenler lütfen bu soruları kendinize sorup iç seslerinize kulak veriniz.

Bu hendekleri kapatmak için birilerinin evinin yakılıp, yıkılması, evinde kalanın ölmesi mi gerekiyor? /Size, evinizi yıkıp yakacağız, hemen buradan çıkın gidin deseler, çıkıp gider misiniz?”/Belki kimin yıkıp, yaktığı, öldürdüğü konusunda bazı bilinmezlikle vardır, bu soruşturulup açığa çıkarılabilir, fakat tartışılmaz gerçek var ki oda; “Devletin görevi, vatandaşın can ve mal güvenliği sağlamaktır” peki ortaya çıkan bu sonuç, bu görevin yapıldığını gösteriyor mu? /(Son soru): Şimdi ne oldu, hendeklerle birlikte yaşamda yok olmadı mı?

İşte bu soruların tüm sonuçlarını yaşayan anneler bunlar… Ve bunlar, henüz yasını tutamamış,  acısını yaşamamış, yarası taptaze, evi barkı olmayan anneler… Yani yapayalnız ve henüz acılarıyla baş başa…

Yeşil Yol / Artvin Cerattepe / Validebağ/Soma Yırca Köyü/…anneleri: (Doğal hayat, canlı, bitki çeşitliliği, toprak, su, hava, dağ, ova, orman ve tüm çevreyi, tarihsel-kültürel birikimi, yerleşim ve yaşayanlarını korumak isteyen grup)

Bu annelerin amacı; çıkarları için toplumun yaşam kaynaklarını talan edip, geleceğini tehlikeye atanlara ve onlara bu fırsatları sunan işbirlikçilerine karşı yapılan bir mücadele…

***

Baştan beri anlatageldiğim kıyımlar, acılar, felaketler nice nice ocağı söndürdü, niceleri yetim/öksüz/evlatsız kaldı, nicelerinin “anasını ağlattı.” Ama bu yaşanmışlıklara sebep olanların hiçbiri hak ettikleri cezaları almadı, kimi kahraman (!)  kimi zengin oldu...

İşte bu yanlı ve yanlış gidişe karşı çıkan, dur diyenlerin başında hep anneler olmuştu. Onlar hep çoğalacak ve de var olacaklar…

Bugün Anneler Günü, bu günü kutlarken hep acıları yazdığım için çok üzgünüm. Ama annelerimiz her gün bunca acıyı yaşarken ben ne yazabilirdim ki?

Bugün Anneler Günü, kendi derdini bazen öteleyen, “önce biz” deyip herkesi kucaklayan annelerimiz ile birlikte tüm annelere sevgi ve saygılarımla…


Bu yazı radikalyazar.com’da: 
http://www.radikalyazar.com/gorkinin-anasi-annelerimiz/




Yazarın diğer yazıları için tıklayınız

3 Mayıs 2016 Salı

Gündem vatandaşın kanıma dokunuyor


Ülkelerin, grupların, ailelerin, bireylerin kısacası her kesimin ve herkesin yaşamını belirleyen/etkileyen gündemler vardır. Gündem, bazen günlük olaylarla kendiliğinden, bazen de planlanarak, tasarlanarak oluşabilir. Bu günlerde herkesi sevindiren oldukça az, fakat herkesi üzen pek çok gündemimiz var.

Belki bizi üzen bireysel gündemlerimizi “ya sabır” deyip, biraz zamana bırakıp, öteleyebiliriz, ama gündem toplumu ilgilendiriyorsa bunu erteleyemeyiz. Çünkü şimdi “bize uzak” dediğimiz bir tehlike yarın bizim de kapımızda…

Eğer tüm sevdiklerimizle birlikte aynı gemide isek ve gemi su almaya başlamışsa, o zaman acılar yaşamaya, yok olmaya başlayacağımızı düşünmek gerek. İşte bu nedenle; grubu, toplumu, dünyayı ilgilendiren tüm gündemler büyüktür ve birlikte karşı duruşlar gerektirir.

Herkesi ilgilendiren gündemler, Doğal ve Doğal olmayan diye ikiye ayrılabilir.
Her coğrafyanın doğal bir iklimi vardır; bazen günlük güneşlik, bazen de, deprem, yangın, fırtına, seller… Yani tekdüze değil karışık.

O halde bir yandan doğal olaylar için önlemler alıp, en az zararla kurtulmanın yolları aranırken, asıl hedefimiz ve savaşımız ise doğal olamayan gündeler; yoksulluk, yolsuzluk, sömürü, hırsızlık, savaş, ölümler, işkence, tutsaklık, nefret suçları ile olmalı.

Çözüm bulmak, gündemi olumlu kılmak için herkes bulunduğu yerden katkı vermeli. Ama hiç kuşku yok ki çözüm aramak konusunda asıl görev ve sorumluluk, tüm kaynak ve güçleri ellerinde bulunduran yönetimlerdedir.

Peki, ülkemizdeki yönetim/iktidar bu dopdolu gündemi çözmek için ne yapıyor?

“Karartmak…” deyip çok kolaycı bir cevabı vermek istemezdim fakat gerçek bu. Bundandır ki, onlar çok çok meşguller, ama çözüm için değil, ikbal için, gündemi karartmak, yapay gündem oluşturmak için çok meşguller. Bundandır ki, bazı gündemlere duyarsız kalıyorlar, eğer her şey apaçık ve örtülemez ise o zaman da, ”yok hükmündedir”  deyip sıyrılmaya çalışıyorlar.

Peki, bu gündemleri yaşayıp, zarar görenler ve izleyenler ne yapıyor?

Bazıları sokaklarda; canlarını feda ederek, hapis olmayı göze alarak, su-gaz-cop-mermilere rağmen karşı durarak, yazarak-çizerek-imza atarak, bazıları olanları onamasa da çaresiz, bazıları da…

***

İşte size ülkemizin bazı güncel gündemleri ve son halleri:

Kürt Sorunu: Elektriği kesik bir buzdolabında bekliyor.

İnsan Hakları: Standartlara tabi olarak emir ve izne bağlı sıra bekliyor.

Barış isteyen akademisyenler: Barış istediler diye, söylenmedik hakaret, yapılmadık suçlama kalmadı. Kimi işten atıldı, kimi tutuklandı, kimi evde işte tehdit altında… Ve Baskın Oran, açtığı dava ile anlayana “hukuk dersi” verdi.

Ensar Vakfı: Kılıçdaroğlu’nun önüne yatma sözleri algı değişikliğine gerekçe yapıldı, amaç, özne ve yön değişti. Cansiperane kayırma ve korumaya devam.

Çocuk tecavüzleri: Karatma ve algı oluşturmalarıyla mağdur bakan, mağdur vakıf yaratıldı, çocuklar ve aileler unutturuldu.

Dokunulmazlıkların kaldırılması ve Kılıçdaroğlu: (Başarılı oldukları tek gündem maddesi bu olsa gerek) “Ensar Vakfını korudunuz” demeyip, korumanın eş anlamlısı olan “önüne yatma” deyimini kullandığı için günlerce onu, sözcük oyunları ve havuz medyası eşliğinde yıpratmaya çalıştılar. Böylece asıl konuyu da unutturmada çok başarılı oldular. Ve Kılıçdaroğlu (belki de, düşürüldüğü girdaptan kurtulurum diye); halka ve partisine sormadan, “Anayasa’ya aykırı da olsa” HDP‘lilere dokunmak için desteğini açıklayıverdi.

Ankara’da 102 kişinin öldüğü katliamın istihbaratını bildirmeyenler: (Bu da bir devlet sırrı olabilir hiç deşilmemeli, deşilmedi de).

Amerika Birleşik Devletleri 2015 İnsan Hakları Raporu: Türkiye için 74 sayfanın ayrıldığı raporda medya, yürütme, yargı ve güvenlik alanlarında yoğun ve ciddi eleştiriler öne çıktı.

Avrupa Parlamentosu (AP) raporu: Yoğun eleştirilerin bulunduğu bu raporu Türkiye; “bizim nezdimizde yok hükmündedir” deyip iade edileceğini açıkladı. (ne de kolaymış(!) “yok” deyip, “iade etmek” yok edermiş sorunları.)

İslam İşbirliği Teşkilatı toplantısı: (Aidatlarını ödemeyenler 7 düvele ilan edildi, yönetici olarak gereği yapılacak).

TBMM Bşk. İsmail Kahraman’ın, laik olmayan “dindar bir anayasa” isteği: Yeni bir haber, yeni bir istekmiş gibi gündemin en üst sırasına çıktı. Zorunlu din dersi uygulaması AHİM kararına rağmen sürüyorsa, Diyanet İşleri Başkanlığı, fetvaları ve Kur’an Kursları varken, “4+4+4” ve “İmam-Hatip Sistemi” ile “dindar nesil” yetiştirme başlamamışken laiklik diye bir şey kalmış mıydı sanki?

Şu an halkımızın, insan haklarına dayalı demokratik laik bir anayasa talebi varken, İsmail Kahraman’ın bu isteğinin anlamı nedir sizce?  

Ama ille de yeni bir gündem istiyorsanız, işte size yeni yapay bir gündem…

***

Yurdumuzun ölümler, yıkımlar, acılar ile dolu daha pek çok gündemi var. Ne yazık ki çözüm bulmakla görevli olanlar, çözüm yerine, çözümsüzlükler eklediler…

Bu iktidar ve yöneticilerine gerçekleri anlatmak için, kentlerde, köylerde eylemler yapıldı, hapis yatıldı, acılar yaşandı, yine de anlamadılar. Yapılan hak ihlalleri, haksızlık ve hukuksuzluklar konusunda AB, ABD yurtdışı medya ve bilim çevrelerince çokça eleştiriler, hicvedilmeler, raporlar, makaleler yazıldı, çizildi. Günlerce Almanya’da Erdoğan karşıtlığı gündem oldu. Şimdi de Britanyalı bir gazeteci, ödüllü “hakaret şiiri yarışması” düzenlemiş…

İçeride hak-hukuk-yasa gözetilmeden yapılanlar, söylenen sözlere rağmen, dışarlarda söz konusu olan senin ülkenin Cumhurbaşkanı ise, o makamı asıl oturanların koruması gerekirken… Hani “kanıma dokundu” derler ya, biz vatandaşlar da öyle olduk işte…

Peki, bizler bu ruh halinde iken, bunları yaşamamıza neden olanlar ne yapıyor?:

İşbaşında olanlar da; gördüğünüz, duyduğunuz, okuduğunuz gibi, zülfü yâre dokunan her durumu, önce inkâr ederler, baktılar olmuyor bu kez “yok hükmünde” veya “paralel işi” olduğunu söyleyerek yola devam…

Tüm karalama ve algı oluşturmaların foyası kısa zaman içinde ortaya çıkacak, onu da biliyorlar. Fakat o zaman, artık iş işten geçmiş, istenen amaca ulaşılmış olduğunu bildikleri için bunu çok da önemsemiyorlar. Yani kısaca günü kurtarmak için çalışıyorlar. Danışmanları da, başka yalanlarla, başka algılar oluşturmak ve bu halk karşıtı süreci sürdürmek için durmadan yeni yollar arıyorlar.

Ama bilinmeli ki; tüm bu gündemlere halktan yana, hukuksal ve demokratik çözümler bulunmadıkça, bunlar külle sarılı korlar misali için için yanacak…

Belki (belki değil mutlaka) ileride bu yaralar sarılacak, acılar dinecek, fakat ne yazık ki yaşananlar ve yiten canlar unutulmayacak.

Ve tozlu raflardan, arşivlerden ve halıların altından daha neler neler çıkacak...


Yazarın diğer yazıları için tıklayınız

Bu yazı radikalyazar.com’da: 
http://www.radikalyazar.com/gundem-vatandasin-kanina-dokunuyor/