Tanışıklıkları
57 yıl öncesine dayanan öğretmen okulundan 33 arkadaş, Muzaffer Yılmaz’ın
organizasyonu ile İstanbul ve İzmir’den toplanmış 7 gün sürecek olan Dicle ve Fırat’ın
hayat verdiği Mezopotamya gezisine çıkmıştık. İşte o zaman 'Bizim Sofra(*)'dan
haberim oldu.
“Bizim Sofra” bir roman, yazarı Turan Yılmaz da okulda “abi” dediğimiz, bizden daha kıdemli biri… Yaz aylarını İzmir’de, diğer mevsimleri de emekli olduğu Almanya’da geçiriyor. Daha önceki okul gezilerimize katıldığı gibi bu gezimize de sevgili eşi Nesrin Abla ile birlikte gelmişti.
Kitabı alınca imzalatma şansı bulduğum için sevinmiş, hemen çantama koymuş ve okumayı da İstanbul dönüşüne bırakma kararı vermiştim.
Antep-Adıyaman-Urfa-Mardin-Batman-Diyarbakır il sınırları içindeki (şimdilerde kısaca GAP da diyorlar) önemli tarihi dokuyu oluşturan arkeolojik-antik kalıntıları görmeye gitmiştik. Dicle ve Fırat’ın hayat verdiği Mezopotamya denilen bu bitek coğrafya; bilindiği kadarıyla 12 bin yıldır yaşam-ticaret olan, dünyanın en kadim bir bölgesi.
Bu toprakların
yerli halkları güven içinde yaşamak için, Roma ve Perslerle sık sık görüşme,
mücadele, savaşlarını… Kültür-sanat-felsefe-sosyoloji-tarih hakkında bildiğimiz resmi bilgilere ek bilgiler öğrendik. Bu bilgileri, kendi mesleki engin bilgi, kazanım ve anlaşılır sunumu ile anlatan Gagik Tur sahiplerinden
ve tur rehberimiz Sn. Engin Pişkin yapıyordu. Engin bey, geziye katılan her birimizle
ayrı ayrı ilgilenmiş, iletişim kurmuş, bir arkadaş, bir dost olmuştu. Bizler de böyle
bir dostla tanışma şansı bulduğumuz için mutlu olarak, doyasıya gezdik, gördük,
bilgilendik ve ortak sofralarda birlikte olduk. Çok güzel bir hafta geçirdik.
***
Ve bu muhteşem gezinin hemen sonrasında İstanbul’a dönünce, evin o bilindik köşesindeki okuma koltuğuna oturdum ve (tüm getirisi demokratik bir kadın derneğine "armağan" edilen) Bizim Sofra'yı okumaya başladım. Aslında okuma hızım oldukça yavaş olduğu halde, kitabın akıcı ve sürükleyici havası, kısa sürede bitirmemi sağladı.
Turan Yılmaz'ın Bizim Sofra'sında olup-bitenler; 1960'lı yılların son yarısında başlayıp 1985'lere varan bir zaman diliminde yaşanıyor. Yani; Türkiye'deki faşist baskıların yoğunlaştığı, sendika- işçi-köylü-öğrenci hareketlerinin çok önem kazandığı ve dünyada da sorunlara duyarlı gençliğin ve emekçilerin coştuğu yıllar…
Ayrıca bu yıllarda Türkiye Solu da kendi içinde küçücük çokça parçaya bölünmüş, kendi aralarında güç birliği yapmak yerine, bazen teorik, bazen de fiziki kavga yapmayı seçmişlerdir.
İşte bu
yıllarda bir parti, ya da bir oluşum, ülkede demokratik-özgür
bir çalışma ortamı bulamadığı için, halk düşmanı politikalara
ve baskılara direnmek için illegal çalışmaları seçmiştir. Bu
amaçla bazı kadroları ile yurt içinde, bazı kadroları ile de
yurt dışındadır. Yurt içindeki şartları objektif olarak değerlendiremeyen
yurt dışındaki yönetici ve bazı kariyerist kişilerin ayrılıkçı, güvenliksiz
çalışmaları sonucunda, örgütte kopmalar, dağılmalar ve tutuklanmalar
başlamıştır…
Yazar; dar grupçu anlayışların kendi içinde eleştiri ve öz eleştiriye yer vermemelerini eleştirilmekte... Bu amaçla kısaca dünyadaki Sosyalist liderlere, gelişmelere ve sol birikime göndermeler yapılmaktadır.
Türkiye için; "Kürtler demokratik haklarını almadan demokrasi ve demokrasi cephesinin olamayacağı" gerçeği belirtilmektedir.
Eserde betimlemelere çok fazla yer verilmemiştir. Ancak yalın bir dille yazıldığı için akıcılık kazanıp okuyucuyu kucaklamaktadır. Yazar, her insanda olduğu gibi örgüt içinde de insani duygusallıkların olduğu gerçeğinden hareketle, "Binbir Gece Masalları"ndan yaptığı alıntılar eşliğinde, 4 tutkulu aşka da yer vermiştir.
Romanın başkahramanları iki kişi; biri, feodal bir Kürt ağasının oğlu-varisi Fırat’tır. Diğer kahraman ise hem anne, hem baba tarafı İstanbul ve İzmir’deki büyük sanayi ve hizmet sektöründe ün sahibi olmuş aileden gelmiş ve en önemli varis olan Suda’dır.
Evet, Fırat ve Suda ailelerinden getirdikleri kültüre karşı durup, devrimci bir anlayışa sahip olmuşlardır. Fakat küçük burjuva kültürü ile yetişmiş oldukları için henüz bu özelliklerini kaybetmemişlerdir.
Romandaki diğer kahramanlara gelince onların hepsi de çok iyi eğitim almış, iyi meslek sahibi olmuş elit kişilerden seçilmiştir. Bu durum benim için düşündürücü oldu…
Aslında 1917 Sovyetler ve Küba Devrim sırasında oluşun önder kadroları içinde çok sayıda küçük burjuvanın yer aldığını kaynaklardan öğreniyoruz. Bu da insana; “niçin bizde de olmasın?” sorusunu sorduruyor.
Fakat mademki
bu öğreti, işçinin-köylünün-gençliğin ya da emeğin ve geleceğin öğretisidir. O
halde bu romanda onlara daha fazla yer verilmesi gerekmez miydi?
(*) Bizim Sofra-Turan Yılmaz, 2019- Herdem Kitap
05. 05. 2019
Emin TOPRAK