Keleng etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Keleng etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Haziran 2020 Cuma

YAYLAMIZ “DEŞTA ZENAN” (8)

Yaylada Kışa Hazırlık: 

Yaylada yaklaşık 3-4 ay kalırdık, bu sürede yapılan iş ve hazırlıkların hemen hepsi, ev halkını ve hayvanları önümüzdeki aylarda başlayacak olan çok uzun ve sıkıntılı kış aylarına hazırlamaktı. Bu amaçla; Yayla evinde, yağ, çökelek, pastikan (birkaç gün bekletilen tuzlu ayranın kaynatılması ile elde edilen ve keçi postu içinde bekletilen yağsız ekşimik) vb. gibi yiyecekler, bir de Doğadan toplanan; Keleng, kevlo, anıx, güni, êzing gibi ürünler üretilip stoklanırdı.  


Keleng-Kevlo-Anıx-Güni-Êzing  


Keleng (kenger)bol dikenli ve her mevsimde ayrı işlevi olan bir bitki. Bu bitkinin, 5-6 yaşındaki çocuktan tutun da en yaşlı insanımıza kadar herkesin hayatında yeri vardır ve  çok sevilir. Bazı bölgelerde kelenge, sakız otu da derler. 

Yayla ovamız ile dağ ve tepelerin arasında kalan taşlık alan, yaz aylarında adeta bir keleng tarlasına dönüşürdü. Kelengler Nisan ayında henüz yeni filizlenmiş iken, biz onları sivri uçlu çubuklarla kökleriyle birlikte söker, zar şeklindeki kabuklarını soyar ve yerdik. Sütü pıhtılaşarak kuruduğunda da bize sakız olurdu. Birkaç hafta içinde kelengler büyür dal-budak salar, dikenleri daha delici, sütleri daha bol olurdu. Bu kez biz de onların toprak üstü kısımlarını keser, küçük bıçaklarla dikenlerini ayıklayıp zevkle yer ve evdekilere de götürürdük. Tabii ki, sakız toplamaya da devam...  

Sıcak aylar başlayıp dip suları kesilince kelenglerin; yenmesi zorlaşır, renkleri sararır, lifleri çoğalır, tohum taşıyan topuzları koyulaşır ve yaşlanması başlardı. Artık bizim yiyeceğimiz olmaktan çıkmış, hayvanlarımıza yem olmaya başlamıştır. Ağustos, kelenglerin  biçilme zamanıdır, eğer geç kalınırsa kengerler ayakta durmaz, rüzgâr söküp götürür onları uzaklara...

Kimin nerede keleng biçeceği belli olmadığından, erken davrananlar güzel bir yeri seçme şansına sahip olurdu. Tabii ki burada da bazen "orman kanunu" geçerli olurdu. Kuvvetli olan amcalar veya abiler güzel yeri alırdı küçük-güçsüz olanların elinden. Bu durum bazen aileler arası kavgalara bile neden olurdu. Neyse o tatsız hikayelere girmeyelim....

Kenger biçerken onun delici dikenlerinden korunmak gerekirdi. Bunun için, Pencik dediğimiz meşe ya da dişbudaktan yapılmış, uzun saplı üç uçlu toplayıcı ile uzun sap takılmış keskin olmayan bir orak gerekliydi. Orak yardımıyla üçlü çatala sıkıştırılarak yerleştirilen kelengler ayakkabıyla basılarak (bazen dikenler lastik ayakkabımızı delerek canımızı acıtırdı) çıkarılarak düz bir yerde istif edilirdi. İstiflenen her keleng kalıbı için bu işlem dört-beş tekrarla tamamlanır ve sıkıştırması için üstüne büyükçe bir taş konarak kurutulmaya bırakılırdı. 

Güneşin delici ışığı ve yakıcı ısısı altında keleng biçmemiz günlerce sürerdi. 3-4 gün sonra  taşın baskısı ve güneşin kurutması ile istiflenen kelengler bir kalıp haline gelirdi. Bu işin biçmesi kadar, onları yükleyip köye taşımak da çok zordu. Bu kalıpları eşeğe-katıra yüklerken diken geçirmeyen eldivenler takmak gerekirdi. Ve yorularak elde ettiğimiz bu ürünler, kış aylarında hayvanlarımız için oldukça besleyici bir yem olurdu. 

Kevlo: baklagiller familyasından, mor çiçekleri olan bu bitki yaylamızı çevreleyen dağlarda henüz ağaç haline gelmemiş meşe fidanlarının arasında yetişirdi. Bulduğumuz yerde biçer fakat orada bırakmayıp  eşeklere yükler ve yayla evimizin damına sererek kuruturduk (Kuruyunca da çok fire verirdi). Sonra da köye taşır kışlık yem olarak samanlığa istif ederdik. (Kevlo fotoğrafı; Haydar Yarkın’ın objektifinden)


Anıx (kekik); yaylamızı çevreleyen dağların tepelerdeki kıraç toprakta yetişen, keskin kokusu, lezzeti, tadıyla pek çok yemek ve çorbada kullanılan, hemen her sofranın demirbaşı ve bir vazgeçilmezidir.  Bu bitkiyi genellikle kevlo biçmeye ya da odun toplamaya gittiğimiz günlerde toplardık. Sonra gölgede kurutur, ayıklar ve kış kullanımına  hazır hale getirirdik.  


Haydar Yarkın’ın objektifinden
Güni (Geven) Bazen kışlık yemlerinin yetmeyeceği endişesi yaşanırdı, o zaman da bu otlar kökünden sökülür, dikenlerini ateş alevinde yakıldıktan sonra parçalanarak hayvanlara yem olarak verilirdi.  Geleneksel tıpta, birçok hastalıkla mücadele etmek, şifa bulmak amacıyla kullanıldığı da söylenmektedir.(Güni fotoğrafı; Haydar Yarkın’ın objektifinden)
                       
Êzing (Odun); Yayladan köye taşıdığımız en önemli kışlık ihtiyaçlarımızın başında yer alırdı. Odun  toplanacak yeri bulmak, eğer komşu köyün sınırlarına girmişsen onlara yakalanmamak, toplanan odunları taşınmaya hazır hale getiripp eşeğe yüklemek oldukça sıkıntılı olurdu. Hele tek başınaysanız, hele de eşeğiniz biraz güçsüz, biraz huysuz yerinde durmaz cinste ise... Hayvanın bir tarafına odun yüklersiniz  dengesi bozulur, diğer tarafa geçip de o tarafa dengeleyici bir yükleme yapıncaya kadar devrilebilirdi. 


DÜN 

Bu dizi yazı boyunca size hep coğrafyamızın dününü anlata geldim. O günlerde insanlarımız teknolojiden nasibini almamış, sorgulamayı bilmez, çözüm odaklı düşünemez, dededen gördükleriyle yetinirdi. Bu da uğraşları zor, verimsiz, yorucu kılıyor, çoluk-çocuk-genç-kadın-yaşlı tüm insanları mutsuz-yorgun bırakıyordu. Ağır yükleri olan bu insanlar; erken yaşta evlenir, çocuk yaşta çocuk sahibi olurlardı.

Ne yazık ki, bu acılarla-çilelerle dolu yaşam sadece biz insanlar için değildi, hayvanlarımız da pay alırdı bu zorluklardan. Bu zorlukları en çok  da.öküz, katır, hele de eşekler yaşardı. Bu hayvanların çektikleri ve onlar için  benim üzüntülerim hep depreşir, dipdiri durur içimde... 

İşte bir örnek: İnsanlara en çok emek veren, onların eli kolu, başyardımcıları olan hayvan eşeklerdir. Her yıl tam da işlerin en yoğun olduğu günlerde, bu sadık, çalışkan hayvanın sırtında büyük iltihaplı yaralar açılırdı. Çaresiz olan sahipleri bu duruma üzülse de yaraların iyileşmesini beklemez/bekleyemez de, çünkü beklerse işler durur, altüst olur düzeni... Ve bu durumdaki hayvanın açık yaralarının üstüne "palas" denen semer altı yorganı sererek; odunu-gübreyi- yaprağı-buğdayı-sapı-samanı taşıma devam ederdi.  Ve eğer hayvan canı yandığı için huysuzlanır ise de... 

Çaresiz bir izleyici olarak benim de içim acırdı... 

Özet: Belki dünün acıları, yorgunlukları, yoklukları ve bilgi fakirliği  vardı, fakat  insanlar üretici oldukları için başkalarına el açmadan, kıt kanaat da olsa yaşamaya devam ediyordu.   


BUGÜN


Bazı dostlar bana: "bu ara düne saplanıp kaldın" diyor. Haklılar...


Peki, dün, dün de kaldı diyelim, ya bugün?

Özet: Yıllar geçti, darbeler oldu, iktidarlar değişti. Bizim coğrafya belki de tüm yurdumuzda değişim ve dönüşüm başladı: Köyler boşaldı, tarım ve hayvancılık bitti, okullar kapandı. O ürettikleri ile kıt kanaat geçinenler akın akın aktılar büyük şehirlere, ortak oldular şehrin havasına, suyuna, yoluna... Evsiz, aç, işsiz kalsalar da oy deposu oldular!... Politikacılar da "oy" almak için radikal çözümler buldular:  Bu insanların gece kondu yapmalarına göz yumdular, kol kanat gerdiler, bu yeni yerleşkelere de "varoş" dediler. Sonra sadaka niyetine çadırlar kurup yılda bir ay, bir öğün reklam yemeği dağıttılar ve birer de yeşil kart verdiler... 


"Az gittik, uz gittik. Dere tepe düz gittik..." 
Yaşam, "mutlu-mesut" devam ediyor... 

Şimdi de yazımızı noktalayıp devamını gelecek haftalara bırakalım.

Diğer yazılarım: tıklayınız