19 Şubat 2016 Cuma

İyilik yap, iyilik bul…



- @AlaattinCAGIL, Twitter'de yukarıdaki görseli, hikâyesi ile birlikte paylaşmış: "İbrahim, çadır kurulacak yerde taşlarla oynuyordu./ Görevli: Bu nedir?/ İbrahim: Halep'teki 4 odalı bombalanan evimiz." -

***

Kültürümüzde; eğer bir kişi tanıtılacak, övülüp erdemleri sayılacaksa, öncelikle onun iyilikleri ve yardımseverliğine vurgu yapılır. Diğer yönlerinin anlatılması daha sonraya kalır. Görüp, okuyup, duyduğumuz kadarıyla, iyilik yapmak ve yardımsever olmak diğer toplumlarda da çokça önemsenen iki değerdir. O halde bunlara insanlığın ortak değerleri de diyebiliriz.

Çocukken söylediğiniz, ya da çocuklarınızdan dinlediğiniz, daha çok da okulöncesi çocukların neşe ile koro olarak söylediği, hemen herkesin bildiği/sevdiği,  bir şarkı vardır. "İyilik yap, iyilik bul"  diye başlayan ve bir dörtlüğün birkaç tekrarlardan oluşmuş bir şarkı. İşte bu çok sevilen şarkının sözleri sanki; bu gün yaşadıklarımız ile çöken dış politikamızın öngörüsü ve gelecektekilere bir uyarısı:

“İyilik yap, iyilik bul
Kim kazanmış kötülükten
Kötünün başına gelmedik olmaz
Kimsenin ettiği kimseye kalmaz"

Eğer sözü, "iyilik dile, iyilik bulursun" şeklinde söylesek bile, bu onun anlam ve gücünü hiçbir şekilde eksiltmez. Demek ki, iyilik dilemek/istemek herkesin kolayca sahip olabileceği, hiçbir dini, ırki, coğrafi engeli olmayan çok yüce bir insani duygu, değer ve anlayıştır.  

Ondandır ki başkalarına, iyilik yapma ve iyilik düşünme, bir erdem olarak kabul edilmiş ve toplumsal belleklere nakşolmuştur.

***

Ölüm korkusu:

Ölümler, öylesine sindirmiş ve korku salmış ki etrafa. Şimdilerde herkes ölümü konuşur oldu, evde, sokakta, okulda, medyada...

Bir bebek, bir çocuk öldürülüyor, onun acısını bile ortak yaşayamaz olmuş, onun, kimin çocuğu olduğu arayışına girer olmuş insanlar. Oysa kim olduğuna bakmadan, vuranı da, azmettireni de  katil ilan edip lanetlenmek gerek. İnsani değerlerimiz zarar görmüş olacak ki; "Savaş değil barış olsun", "Ölümler olmasın, barış olsun", "Çocuklar ölümesin maça gelsin" çığlıkları bile (onlarda neyi çağrıştırıyorsa!) suç olmuş!...

Halden bilmez/anlamazlar, hoyratça, acılarını yarıştıranlar, bencilce, bana yetsin yeter diyenler, sevgisiz/acımasızca, bana dokunmasın da binyıl yaşasın diyenler ve taraftarını arttırmak için, karşı tarafı yok ederek çoğalmayı düşünen anlayışlar. Dikkat, dikkat insani değerleri zarar görmüş insanların çoğaldığı bir dünya...

Bu dünyada; birinden diğerine söz taşıyan, taşırken, "bire iki" eklemede bulunan, "benden duymuş olma ama." deyip dost görünen, kavgalara neden olup, kavga başlayınca köşesinde kıs kıs gülen insanlar. Bunları siz de ?çokça- görür, duyar, bilirsiniz.

Ülkemizin karar vericilerine, "haydi yiğitlerim birkaç hafta sonrasını düşünün" deyip gaz veren dünkü 'stratejik ortaklarımız'  hani neredeler?!...

Biz komşularımızla bozuştuk,  hem onlar, hem biz çokça zarar gördük, görmeye devam ediyoruz, peki ortaklarımız nerede?  Muhtarlara sorduk onlar da bilmiyor.
Çünkü onlar da, gönülleri de şimdi bize çok çok uzakta. Çünkü onlar çıkarları gereği, maç devam ederken kuralları ve ortakları değiştirdiler.  

İşte bakın yine biz bize  kaldık baş başa, çünkü, biz komşuyuz komşu!...

***

Komşuda pişti bize de düştü, bakalım payımıza düşenlere:

Olan oldu, komşuda 470 bin insan öldü, evler yandı/yıkıldı.

Sınır kapılarında -bu işte sizin de payınız var, açın kapınızı dercesine-; gözbebekleri büyümüş, eşini çocuğunu ya ölü yada cephede bırakmış, yaşlı, kadın, çocuk ve bebeklerden oluşan yüzbinlerce göçmen/mülteci/sığınmacı kuyruklarda.

Çanakkale'den Bodrum'a kadar Ege'nin tüm kıyıları kana bulanmış, bebek, çocuk, kadın, yaşlı yüzlerce göçmenin, mezarı olmuş.

Yetim-öksüz,  evsiz, işsiz, ekmeksiz, okulsuz, umutsuz kalıp, kampta karavana bekleyen, sokaklarda dilenmek zorunda kalan göçmen sayısı, 2,5 milyona varmış.

Suriye, Rusya, İran, Irak ve diğerleri "dost komşu" değiller şimdi.

Düşürülen Rus uçağı sonrasında tüm hayaller bitti, dengeler bozuldu, dış politika çöktü, korku sarmalında sınırlarımız.

İşte bu kazançlarıyla(!) birlikte, dünyada "değerli yalnızlık" içinde -mutlu, mesut- yaşamaya devam...

***

İçeride neler oldu/oluyor?

-Öfke, kin, ölüm…

Cumhuriyet gazetesi 12 Şubat günü manşetten Ayşe Sayın'ın Cizre haberini vermişti, "ölüm binaları" önünde çaresizce bakan dört çocuk görseli üstüne yazılmış, o çok kısa ve çok anlamlı başlıktı: "OPERASYON BİTTİ, KENT DE"

Sadece burası değil, daha burası gibi, tarihi, coğrafyası ve insanı yok edilmiş olan kentler var. Sur,  Nusaybin, İdil ve bilmem nereler.

Haydi, "üzülsek, ağlasak da ölenler öldü geri gelmez bir daha." desek, "gelen mala olsun" deyip avunalım(!), ama cevapsız kalan çok soru var işte ikisi:

Peki, canlı cenaze gibi sağ kalanlardaki o vuruklar (travmalar) nasıl yok olacak?

Peki, uykuya hazırlık için, ninni/masal bekleyen bebe/çocuklara  dinletilen, bomba, silah sesleri ve çığlıkları onların yarattığı vurukları nasıl unutturup onları geleceğe taşıyacağız?!...

Akan kanı durduramadılar! Yitip giden canları yaşatamadılar? Acılara son veremediler!. Ama yok edilen kadim dünya mirası üstüne, TOKİ "kentsel dönüşüm" yapıp Toledo yapacakmış!..

***

Zamanında muktedirlerimize soramadık, bari hatırlatalım:

Eğer komşumuzun sıkıntıları, sorunları varsa, biz de iyi bir komşu isek, neden onlara yardım ve dostluk elimizi uzatıp, onlara iyilik dilemedik?

Hani töremizde, komşu komşunun külüne muhtaçtı, hani komşu açken sen tok olamazdın/uyuyamazdın, ne oldu nerede kaldı töremiz?  

Komşun sorunları ile boğuşup yuvası yıkıldığında -çınar ağacı devrilince herkes odun toplar misali- bana da şunlar şunlar kalacak beklentisi ile rüyalar görmek, sizce haklı mı, insani mi?

Daha kendi ülkende eşitliğe dayalı vatandaşlığı, demokrasiyi, hukuku, iç barışı sağlayamamışsın, komşuya ayar vermek senin neyine?!..

Bu gün neden, "Kötünün başına gelmedik olmaz/Kimsenin ettiği kimseye kalmaz." diyoruz da, niçin "İyilik yaptım, iyilik buldum" diyemez olduk?

Neden!..
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız

Bu yazı Radikal Blog’da:  
http://blog.radikal.com.tr/turkiye-gundemi/iyilik-yap-iyilik-bul-124989

12 Şubat 2016 Cuma

Güzel Beykoz ve enkazları…




İstanbul Boğazının incisi olan Beykoz, tarihi, kültürü ve coğrafyası ile çok zengin kaynaklara sahip şirin bir ilçemizdir. Beykoz'un benden öncesini burada doğup büyümüş, yaşamışlarından pek çok kez dinledim. Buraya tutku ile bağlanmamın pek çok nedeni var, nedenlerden birisi de eşim ve çocuklarımın da burada doğmuş olması.

1979'dan 1989'a kadar ailece 10 yıl aralıksız olarak oturduk Beykoz'da. Bu yaşanmışlık bizim buranın; insanlarına, denizine, martılarına özetle tüm doğasına tutku ile bağlanmamıza neden olmuştur. Bundandır ki, taşınıp ayrıldıktan sonra da her yaz tatilinde buraya gelip en az birer ay kalıyoruz. Ve bu gelip gitmeler  gelecek yıllarda da yinelenecek gibi.

Yaşamakta olduğunuz çevrenin bilimsel ve teknolojik gelişmeler doğrultusunda; doğal çevre ve tarihi dokusunun korunması, altyapı yatırımlarıyla donatılması, ulaşım hizmetlerinin çeşitlendirilerek arttırılması, çocukların yakın çevredeki okullara rahatça gidip gelmesi, sağlık ve kültürel hizmetlerin yaygınlaştırılması, çalışanların yakın çevredeki işyerlerinde çalışması. Özetle daha da yaşanır hale getirilmesi herkesin ortak bir insani isteği ve beklentisidir.

Oysa Beykoz ve Beykozlular yıllardan beri pek çok çevresel ve sosyal acılar yaşadı ve halen de yaşamaya devam ediyor.

Gördüğüm ve yaşadıklarımı düşünüp, bir soru ile bellekteki geçmişin tanıklığına başvurdum, kendimce bir ayna tuttum Beykoz'a.

***
Beykoz bir zamanlar nasıldı?
  
İşte sorunun cevapları:

Daha, Kavacık bir tepe üstündeki küçücük bir yer,  Çavuşbaşı oldukça mahrum, "köy gibi" pek çok köyü bulunan bir yerdi Beykoz.

Daha, (kısmen işgal edilse de) ormanları, çayırları, meraları bulunan,bugünkü kadar peşkeş çekilmemiş bir yerdi Beykoz.

Daha, Yalıköy önündeki Dalyanda orkinosların zıpkınlarla vahşice avlandığı, çeşit çeşit balıkların yüzdüğü, şamandıralara bağlanan veya kürek çekilen sandallarda at-çek balık tutulan bir yerdi Beykoz.

Daha, Sümerbank Deri-Kundura, Paşabahçe Şişecam ve Tekel İçki fabrikalarının bacalarından (havayı kirletse bile) dumanların tüttüğü bir yerdi Beykoz.

Daha, Paşabahçe Şişecam Fabrikasının verdiği fason işler için kurulan, binlerce dekor atölyesinde, dönen çark, elmas bıçak ve zımpara taşların çıkardığı seslerin tüm mahalleleri sardığı bir yerdi Beykoz.

Daha, her sabah İstanbul'a gidecek memur ve işçileri Beykoz ve Paşabahçe iskelesinden alıp Beşiktaş ve Eminönü'ne götüren vapurların (ki bu vapurlarda, hemen-hemen herkesin oturduğu yerler belliydi) kalktığı bir yerdi Beykoz.

Daha, Yalıköy-Beykoz arasındaki tarihi "Karakol" binası ve "gücü yetmeyenlerin" tarihi yalıları yıkılmamış bir yerdi Beykoz.

Daha, "On Çeşmeler "in gürül gürül aktığı bir yerdi Beykoz.

Daha, Sümerbank Deri-Kundura fabrikası henüz dizi çekim merkezi olmamış bir yerdi Beykoz.  ,

Daha, Paşabahçe Şişecam, Tekel İçki fabrikası ve Beykoz spor kulüp binaları savaştan yeni çıkmış harabelere dönüşmemiş bir yerdi Beykoz. 
  
Ve daha, Beykozlu on binlerce işçisi/emekçisinin bazı mutsuzlukları, sıkıntıları olsa da, uzaklara gitmeden ilçesi içinde iş bulup, birlikte yaşadığı bir yerdi Beykoz.

İşte bunlar benim tespitlerim, siz "Daha,." ları daha da  çoğaltabilirsiniz.

***

Sonra ne mi oldu... Peki şimdi nasıl Beykoz?

Tüm bakir alanlar, köyler talan edildi, meralar, ormanlar peşkeş çekildi.
Deniz küstü orkinos ve balık vermez oldu.

İş ve ekmek kapısı olan devlet fabrikalar kapandı, mülkleri haraç mezat satıldı.
Paşabahçe Şişe Cam Fabrikası ve mahallelere dağılmış binlerce dekor atölyesi kapandı.

Paşabahçe Şişe Cam Fabrikası harabeleri, tıpkı savaş sonrası yasaklı bölgedeki gibi, hayalet şehirlerdeki görüntüleri çağrıştırıyor. Yıllardır( bu korkunç haliyle bile) çok değerli arazisi ve muhteşem iskelesi rantçılara göz kırpıyor, düşler kurdurup salyalarını akıttırıyor.

Beykoz sınırları içindeki o güzelim iskelelerine artık uğramaz oldu vapurlar, kapıları kilitli.

"Karakol" binası ve karşı duramayanların tarihi yalıları, istimlak edilerek yıkıldı. Güçlülerin yalıları ise ayakta kaldı. Fakat o güzelim boğaz kıyısı, tıpkı kimi dişleri çürük, kimi dişleri çekilmiş çirkin bir çeneye döndü.

1908 yılında kurulan Beykoz Spor Kulübüne ait bina yıkıldı, kaba inşaatı bitti. Fakat öylece kaldı, tıpkı bir harabe, tıpkı savaş sonrası bir yasaklı bina. Ya da buraya göz koymuş, iştahı kabarmış  birini bekler gibi.   

Beykoz'un önemli simgesi olan  "On Çeşmeler " ile oynandı, oynandı ve en sonunda; çevreye serinlik veren o coşkulu su sesi sustu, susuz kaldı terli insanlar, güvercinler.

Sümerbank Deri-Kundura, Paşabahçe Şişecam ve Tekel İçki fabrikaları ve Paşabahçe Şişecam Fabrikasınca fason işler verdiği binlerce dekor atölyeleri kapanınca işsiz kaldı binlerce emekçi ailesi.

Zaten eskiden beri sorunluydu trafik, yollara sığmıyordu Beykoz. Şimdi ise sadece iki şerit olan yol Paşabahçe'den başlayarak sanki bir otoparka dönüşmüş.
Belki Abraham Paşa Korusu biraz hizmet gördü, düzene girdi. Fakat Beykoz Belediyesi (ne denli yasaldır bilemem) adeta gece kondu mantığı ile her yıl eklentilerle biraz daha biraz daha büyütüldü.

Sorunlarını sorgulayan, onlara çözüm arayan/bulan yok.

Çözümsüz ve sahipsiz kalmış güzel Beykoz.

Yazarın diğer yazıları için tıklayınız


Bu yazı Radikal Blog’da:
http://blog.radikal.com.tr/yasam/guzel-beykoz-ve-enkazlari-124359