3 Mayıs 2016 Salı

Gündem vatandaşın kanıma dokunuyor


Ülkelerin, grupların, ailelerin, bireylerin kısacası her kesimin ve herkesin yaşamını belirleyen/etkileyen gündemler vardır. Gündem, bazen günlük olaylarla kendiliğinden, bazen de planlanarak, tasarlanarak oluşabilir. Bu günlerde herkesi sevindiren oldukça az, fakat herkesi üzen pek çok gündemimiz var.

Belki bizi üzen bireysel gündemlerimizi “ya sabır” deyip, biraz zamana bırakıp, öteleyebiliriz, ama gündem toplumu ilgilendiriyorsa bunu erteleyemeyiz. Çünkü şimdi “bize uzak” dediğimiz bir tehlike yarın bizim de kapımızda…

Eğer tüm sevdiklerimizle birlikte aynı gemide isek ve gemi su almaya başlamışsa, o zaman acılar yaşamaya, yok olmaya başlayacağımızı düşünmek gerek. İşte bu nedenle; grubu, toplumu, dünyayı ilgilendiren tüm gündemler büyüktür ve birlikte karşı duruşlar gerektirir.

Herkesi ilgilendiren gündemler, Doğal ve Doğal olmayan diye ikiye ayrılabilir.
Her coğrafyanın doğal bir iklimi vardır; bazen günlük güneşlik, bazen de, deprem, yangın, fırtına, seller… Yani tekdüze değil karışık.

O halde bir yandan doğal olaylar için önlemler alıp, en az zararla kurtulmanın yolları aranırken, asıl hedefimiz ve savaşımız ise doğal olamayan gündeler; yoksulluk, yolsuzluk, sömürü, hırsızlık, savaş, ölümler, işkence, tutsaklık, nefret suçları ile olmalı.

Çözüm bulmak, gündemi olumlu kılmak için herkes bulunduğu yerden katkı vermeli. Ama hiç kuşku yok ki çözüm aramak konusunda asıl görev ve sorumluluk, tüm kaynak ve güçleri ellerinde bulunduran yönetimlerdedir.

Peki, ülkemizdeki yönetim/iktidar bu dopdolu gündemi çözmek için ne yapıyor?

“Karartmak…” deyip çok kolaycı bir cevabı vermek istemezdim fakat gerçek bu. Bundandır ki, onlar çok çok meşguller, ama çözüm için değil, ikbal için, gündemi karartmak, yapay gündem oluşturmak için çok meşguller. Bundandır ki, bazı gündemlere duyarsız kalıyorlar, eğer her şey apaçık ve örtülemez ise o zaman da, ”yok hükmündedir”  deyip sıyrılmaya çalışıyorlar.

Peki, bu gündemleri yaşayıp, zarar görenler ve izleyenler ne yapıyor?

Bazıları sokaklarda; canlarını feda ederek, hapis olmayı göze alarak, su-gaz-cop-mermilere rağmen karşı durarak, yazarak-çizerek-imza atarak, bazıları olanları onamasa da çaresiz, bazıları da…

***

İşte size ülkemizin bazı güncel gündemleri ve son halleri:

Kürt Sorunu: Elektriği kesik bir buzdolabında bekliyor.

İnsan Hakları: Standartlara tabi olarak emir ve izne bağlı sıra bekliyor.

Barış isteyen akademisyenler: Barış istediler diye, söylenmedik hakaret, yapılmadık suçlama kalmadı. Kimi işten atıldı, kimi tutuklandı, kimi evde işte tehdit altında… Ve Baskın Oran, açtığı dava ile anlayana “hukuk dersi” verdi.

Ensar Vakfı: Kılıçdaroğlu’nun önüne yatma sözleri algı değişikliğine gerekçe yapıldı, amaç, özne ve yön değişti. Cansiperane kayırma ve korumaya devam.

Çocuk tecavüzleri: Karatma ve algı oluşturmalarıyla mağdur bakan, mağdur vakıf yaratıldı, çocuklar ve aileler unutturuldu.

Dokunulmazlıkların kaldırılması ve Kılıçdaroğlu: (Başarılı oldukları tek gündem maddesi bu olsa gerek) “Ensar Vakfını korudunuz” demeyip, korumanın eş anlamlısı olan “önüne yatma” deyimini kullandığı için günlerce onu, sözcük oyunları ve havuz medyası eşliğinde yıpratmaya çalıştılar. Böylece asıl konuyu da unutturmada çok başarılı oldular. Ve Kılıçdaroğlu (belki de, düşürüldüğü girdaptan kurtulurum diye); halka ve partisine sormadan, “Anayasa’ya aykırı da olsa” HDP‘lilere dokunmak için desteğini açıklayıverdi.

Ankara’da 102 kişinin öldüğü katliamın istihbaratını bildirmeyenler: (Bu da bir devlet sırrı olabilir hiç deşilmemeli, deşilmedi de).

Amerika Birleşik Devletleri 2015 İnsan Hakları Raporu: Türkiye için 74 sayfanın ayrıldığı raporda medya, yürütme, yargı ve güvenlik alanlarında yoğun ve ciddi eleştiriler öne çıktı.

Avrupa Parlamentosu (AP) raporu: Yoğun eleştirilerin bulunduğu bu raporu Türkiye; “bizim nezdimizde yok hükmündedir” deyip iade edileceğini açıkladı. (ne de kolaymış(!) “yok” deyip, “iade etmek” yok edermiş sorunları.)

İslam İşbirliği Teşkilatı toplantısı: (Aidatlarını ödemeyenler 7 düvele ilan edildi, yönetici olarak gereği yapılacak).

TBMM Bşk. İsmail Kahraman’ın, laik olmayan “dindar bir anayasa” isteği: Yeni bir haber, yeni bir istekmiş gibi gündemin en üst sırasına çıktı. Zorunlu din dersi uygulaması AHİM kararına rağmen sürüyorsa, Diyanet İşleri Başkanlığı, fetvaları ve Kur’an Kursları varken, “4+4+4” ve “İmam-Hatip Sistemi” ile “dindar nesil” yetiştirme başlamamışken laiklik diye bir şey kalmış mıydı sanki?

Şu an halkımızın, insan haklarına dayalı demokratik laik bir anayasa talebi varken, İsmail Kahraman’ın bu isteğinin anlamı nedir sizce?  

Ama ille de yeni bir gündem istiyorsanız, işte size yeni yapay bir gündem…

***

Yurdumuzun ölümler, yıkımlar, acılar ile dolu daha pek çok gündemi var. Ne yazık ki çözüm bulmakla görevli olanlar, çözüm yerine, çözümsüzlükler eklediler…

Bu iktidar ve yöneticilerine gerçekleri anlatmak için, kentlerde, köylerde eylemler yapıldı, hapis yatıldı, acılar yaşandı, yine de anlamadılar. Yapılan hak ihlalleri, haksızlık ve hukuksuzluklar konusunda AB, ABD yurtdışı medya ve bilim çevrelerince çokça eleştiriler, hicvedilmeler, raporlar, makaleler yazıldı, çizildi. Günlerce Almanya’da Erdoğan karşıtlığı gündem oldu. Şimdi de Britanyalı bir gazeteci, ödüllü “hakaret şiiri yarışması” düzenlemiş…

İçeride hak-hukuk-yasa gözetilmeden yapılanlar, söylenen sözlere rağmen, dışarlarda söz konusu olan senin ülkenin Cumhurbaşkanı ise, o makamı asıl oturanların koruması gerekirken… Hani “kanıma dokundu” derler ya, biz vatandaşlar da öyle olduk işte…

Peki, bizler bu ruh halinde iken, bunları yaşamamıza neden olanlar ne yapıyor?:

İşbaşında olanlar da; gördüğünüz, duyduğunuz, okuduğunuz gibi, zülfü yâre dokunan her durumu, önce inkâr ederler, baktılar olmuyor bu kez “yok hükmünde” veya “paralel işi” olduğunu söyleyerek yola devam…

Tüm karalama ve algı oluşturmaların foyası kısa zaman içinde ortaya çıkacak, onu da biliyorlar. Fakat o zaman, artık iş işten geçmiş, istenen amaca ulaşılmış olduğunu bildikleri için bunu çok da önemsemiyorlar. Yani kısaca günü kurtarmak için çalışıyorlar. Danışmanları da, başka yalanlarla, başka algılar oluşturmak ve bu halk karşıtı süreci sürdürmek için durmadan yeni yollar arıyorlar.

Ama bilinmeli ki; tüm bu gündemlere halktan yana, hukuksal ve demokratik çözümler bulunmadıkça, bunlar külle sarılı korlar misali için için yanacak…

Belki (belki değil mutlaka) ileride bu yaralar sarılacak, acılar dinecek, fakat ne yazık ki yaşananlar ve yiten canlar unutulmayacak.

Ve tozlu raflardan, arşivlerden ve halıların altından daha neler neler çıkacak...


Yazarın diğer yazıları için tıklayınız

Bu yazı radikalyazar.com’da: 
http://www.radikalyazar.com/gundem-vatandasin-kanina-dokunuyor/

30 Nisan 2016 Cumartesi

Bugün 23 NİSAN nasıl üzülmez insan?!



Nice tören, nice bayramlar gördüm ve yaşadım, ama bunlardan hiçbirisi bana köy okulumuzun önündeki harman yerinde kutladığımız 23 Nisan Bayramlarının hazzını ve coşkusunu yaşatmadı.


Bu bayramlar sadece bana değil, çokça yaşlı ve gözleri az gören babaannemin de çok hoşuna gitmiş olacak ki, “Öldüğümde beni okul çocuklarının şarkı ve türküleri ile gömünüz” demişti. Aslında dedem imam, babam hafızlık eğitimi almış, babaannem de dindar bir kadındı, ayrıca o, Türkçe bilmediği için,  şarkıların, türkülerin ve şiirlerin anlamını da bilmiyordu…


Peki neden böyle bir istekte bulunmuştu?!


Anlaşılan, babaannem büyük ozan Nazım Hikmet’i hiç duyup tanımasa da onun “Sen mutluluğun resmini çizebilir misin Abidin?”  sorusuna cevap ararcasına mutluluğu çocuklarda bulmuştu.


Yıllar geçti bu bayramlardaki coşku henüz köylerinden göçmeyen çocuklar ve aileler için devam etti, belki şimdi de… Fakat şehirlerde her okulun kendi öğrencisi-öğretmeni-velisi-mahallelisi ile birlikte yaptığı kutlamalara son verildi.

Ve bayramlar statlarda kutlanmaya başlandı.


O statlarda artık anneler, babalar, dedeler, nineler, mahalleliler yoktur, her okulu, görevli öğretmenleri eşliğinde az sayıda öğrencisi temsil ediyor, yanı başlarında da tanımadığı başka başka okulların öğrencileri ve öğretmenleri… Tribünlerde ise, çocuklara kuşbakışı bakan, tanıdık olmadıkları bir kalabalık ve ciddi ciddi kişiler (protokol) vardır.


Oysa eski bayramlarda; o harmanda, o meydanda, o sahnede, o statlarda; şiir okuyan, koro-solo olarak türkü-şarkı söyleyen, kızlı-erkekli olarak el ele tutuşup halay çeken, horon, bar ve de piyeslerde oynayan çocukların tanıdık gözler önünde aldıkları doyumsuz haz, coşku… Ve izleyicileri olan anne-baba-dede-nine- akraba ve mahallelilerine yaşadıkları…


O eski bayram ve gösterilerde çocuklar izleyenlerden; çok güzel oldu, seninle gurur duyduk gibi olumlu geribildirimler alır, kendileri de, başardım, beğenildim deyip mutlu olurlardı.


23 NİSAN’ın çocuklara ve büyüklere verdiği haz, yaşattığı coşku ve kendine güvenme duyguları… Bu güzelliklerin tümü statlarda kulakları sağır eden ses yükselticilerin gürültülü ortamına karışıp yok olmuştu artık.


***


Ama haksızlık etmeyelim, bu arada çok olumlu gelişmeler da olmuştu. Bu bayramımızı dünyaya ihraç etmiş, değişik ülkelerden çocuk grupları coşkumuza ortak olmaya gelmiş ve onlar da sevmeye başlamıştı bayramımızı. Birlikte kardeşlik duyguları coşmuş,  “Dünya Çocuk Bayramı” ilan edilecekti nerdeyse…


Bu bir sevinç konusu olmuştu, ülkemiz, çocuklarımız ve bizler için. Hatta neredeyse, yukarıda eleştirdiğimiz “statlarda kutlanan bayramları” bile hoş görüp, “büyük kentin zorluklarından…” diye kabul etmeye başlamıştık.


Sonraları kim buldu, nereden çıkardı bilinmez ama tam da bu bayram haftasını kapsayan haftaya bir rakip bulup ilan ettiler “Kutlu Doğum Haftası”  diye…

Böylece adım adım okullarımıza, çocuklarımıza, öğretmenlerimize, coşkularımıza ve insandan yana değerlerimize karşı savaş açtılar.


‘23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı, yok ettiler.


Ve bu gün 23 NİSAN nasıl üzülmez insan?!  


Yazarın diğer yazıları için tıklayınız

Bu yazı radikalyazar.com’da:
http://www.radikalyazar.com/bugun-23-nisan-nasil-uzulmez-insan/