Ödev, yanlış anlayış ve
uygulamalar nedeniyle sadece bu gün değil, yıllar öncesinde de pek çok
tartışmaya neden olmuştur. Tanısı (teşhisi)
yapılmış ancak henüz çözüm bulunamamış önemli bir eğitim sorunudur.
Doğa ve toplumsal olaylar/sorunlar
gerekircilik (determinizm) denilen neden-sonuç
ilişkisi içinde ele alınıp incelenirse, tanısı
yapılabilir. Tanıda bulunmak, doğa bilimleri ve toplumsal alanda çalışan
bilim adamlarının işidir. Bilim adamları; Ne? Kim? Niçin? Neden?..., gibi sorularla araştırma yaparlar.
Tanısı yapılmış sorunların çözüm ve sağaltım işini, uygulama yapacak kişi ve kurumlar
yapar. Uygulamanın yöntemi de, Ne
yapmalı? Nasıl yapmalı? olmalıdır.
Bu yöntemi ile başlatılan süreç sonunda, olumlu
sonuçlar elde edilir.
Öğrencinin akademik ve kişisel
gelişiminde çok önemli yeri olan ödev, adeta sihirli bir güce sahiptir. Ne yazık ki yanlış uygulamalar
nedeniyle ödev bu gün, öğrenciden çok velilerin sorunu haline gelmiştir. Bunun
için öğrenci, elinden alınan bu güç kaynağı ve sorumluluğunu tekrar eline almalıdır.
Ödevin amacı nedir?
Okul
ödevlerini; “Derste öğrenilenleri pekiştirmek, kalıcı
kılmak için veya işlenecek konuya hazırlık amacı ile, konusuna göre, yazılı,
sözlü ve uygulamalı olarak grup ya da bireye verilen etkinliklerdir.” diye
tanımlamıştık.
Ödevin
amacı (Tüm üyeleri işbirliği içinde ve etkin olan grup
veya tek bir bireye); yaratıcı ve
eleştirel düşünme, yorum yapma, araştırma yapma, kaynak kullanma, problem
çözme, işbirliği yapma, yaparak-yaşayarak öğrenme, zaman yönetimi gibi pek
çok beceriyi kazandırmaktır.
Bu becerileri kazanan
öğrenciler ise: öz güven, öz denetim ve sorumluluk sahibi, bağımsız karar
verebilen, işbirliği yapabilen, özgün,
yaratıcı ve eleştirel düşünen,
düşüncelerini kolayca anlatabilen, ezberleme yerine içselleştirerek
öğrenen,…, kendileri ile barışık birer
birey olurlar. (Eğer gerçekten böyle bireyler yetişmesin istiyorsak…).
Ödev verirken öğretmen:
Bu ödevi veriş amacım nedir?
Bu ödevi yapmakla öğrenci ne
gibi kazanımlar edinir?
Bu ödev, öğrencinin; yaşı,
psiko-sosyal ve çevresel koşullarına uygun mudur?
Bu ödeve ayrılan süre,
öğrenci yaşamında kısıtlamalara neden olabilir mi?
Bu ödev için öğrenci, hangi
kaynaklar ve kaynak kişilerden yararlanabilir?
Bu ödevin kontrol süresi,
diğer etkinlikleri yapmama engel olabilir mi?
... Benzeri soruları
kendisine sorup, olumlu cevaplar aldıktan sonra ödev vermelidir.
Ödev ve öğretmen:
Okullarımızda öğretim genel
olarak ezberciliğe dayalıdır. Pek çok öğretmen öğrencisinde, kendi söylemini ve
tarzını aramaktadır. Bu nedenle, öğrenci, sınıfın karşısına çıkınca, bazen
gözlerini yumup sallanır ve adeta kitapta yazılanları sözcük, sözcük tekrar
etmeye veya öğretmenin söylediği sözcükler/cümleler ile anlatmaya çalışır.
Sınav kâğıdına yazılan cevaplar da bu minval üzere sürüp gider...
“Ödev bir sorun mu?”
Başlıklı yazımla ilgili olarak dostlarımdan oldukça fazla telefon ve e-posta
aldım. Özetle; şimdi yazmakta olduğum yazıyı merakla beklediklerini
söylüyor/yazıyorlardı. Bu da, bende biraz gerginlik nedeni oldu. Sanki benden
reçete türü bir yazı beklentisi vardı. Fakat ben, uzmanlık isteyen
reçete türü bir yazı yazmayı beceremem ve istemem. Sahada karşılaştığım birkaç
örnekle yetinmek istiyorum…
Birinci Örnek: Görev
gereği gittiğim okul, Maltepe’de ve daha çok dar gelirlilerin yaşadığı bir
tepede idi. Okulun 3. Sınıfında orta sıranın en arkasında oturuyordum. Öğretmen
sınıfa, o ders saatinde ’maniler’ ile ilgili bir etkinlik yaptırıyordu.
Önce, mani dörtlüğünü tahtaya yazdırıyor, sonra son iki satırını sildirip,
“Haydi bakalım dörtlüğü siz defterinizde tamamlayın.” diyordu. 50-60 kişilik
sınıf cıvıl, cıvıldı, ders süresince pek çok güzel örnekle karşılaştım. Hele,
hele, arka sıralarda oturan ve beslenme yetersizliği nedeniyle kavruk kalmış
bir kız vardı ki, harikalar yarattı. İçimden, işte geleceğin şairi diye
söylenip, arkadaşları ile birlikte defalarca alkışlamıştım onu…
Sınıfta; kopya, alıntı,
çalıntı ürünler değil, özgünlük, yaratıcılık alkışlanmalı…
Geleceğin yazarları,
şairleri, ressamları, müzisyenleri, sporcuları bu gibi yöntem ve anlayışla
yetişebilir…
İkinci Örnek: Bu
kez, Ümraniye-Üsküdar arasında bir okuldayım. Okulun koridorları ‘hakiki
öğrenci etkinlikleri’ ile donatılmış, ben bunları incelerken (yanımda
yönetici ve öğretmen yok), ürünün sahipleri gelip, gururla eserlerini gösterip
anlatıyorlar… Etkinliğin yapıldığı ders, Teknoloji ve Tasarım…
Üçüncü Örnek: Üsküdar
merkezde bir İlköğretim Okulu, 8. sınıf, Resim-İş dersi öğretmeninin misafiriyim.
Yetenekçe en kısıtlı olduğum alanlardan biri de resim, bu sınıfta da, benim gibi
öğrencilerin olduğunu düşünüyordum. Fakat ders sonunda yanıldığımı anladım. Ve
eğer bu öğretmen gibi bir öğretmenim olmuş olsaydı, bu alanda ben de mutlaka
bir yetenek kazanırdım, diye düşündüm. İyi bir resim çizemesem bile, iyi bir
resim okur-yazarı olabilirdim. İşte o derste ben, resimlere bakınca ressamın
hangi akımdan etkilendiğin öğrenmeye başlamıştım ki kısıtlı misafirlik süresi
bitti, yarım kaldı…
İşte bu örnekler ile
öğretmenler, öğrencide hayal gücü, yaratıcılık, güven ve özgünlüğü ortaya
çıkarmaya çalışıyor ve başarıyorlardı. Her dal (branş) öğretmeni
dersinde öğrenciyi etkin kılacak ‘öğrenci merkezli’ yöntemler bulmalıdır.
Böylece, ödev sorununa da çözüm bulunur ve ortak akıl oluşturulur...
Dördüncü Örnek: İstanbul’da
bulunan Bilgi Üniversitesi Kağızman’da bir Yatılı Bölge Okulunu kardeş okul
belirlemiş, kurumun en büyük sorunu olan susuzluğa basit işlemle çözüm
bulmuştu. (Örnek, aslında Köy Enstitüleri anlayışının günümüze bir yansıması
sayılırdı, nedense pek önemsenmedi, unutuldu.). Ve susuzluk giderildikten sonra
varılan eğitsel bulgu da (benim anlatımımla): En büyük sorun/zorluk,
insanın önyargılarıyla yarattığı dirençleri yıkmaktır. Çıkarımı
olmuştu.
- Öğretmen arkadaşların bu olayı anlatan
minnacık fakat kocaman kitabı mutlaka bulup okumaları…
- Tüm öğretmenlerin kolayca
ulaşabilecekleri Teknoloji ve Tasarım dersinin amaçları, ilkeleri ve
uygulamalarını da okumayı unutmaları...
Bu örnekler çoğalıp
paylaşıldığı zaman, PİSA sıralamasındaki yerimizin nasıl yükseldiğini/değiştiğini
görmek bir hayal olmayacaktır.
İşte sayın dostlarım, benim
reçetem bu ve tamamen…
Sayın öğretmenlerim;
yukarıda anlattıklarım ve benzeri pek çok şeyi siz ve öğrencilerinizden
öğrendim. Şimdi de eğitimci-veli kimliğimle ben, bildiğinizi bildiğim, bazı
hatırlatmalarda bulunmak istiyorum.
Öğretmen, ödev yapan
öğrencisinin; arkadaşlarıyla oyun oynama, TV izleme, bilgisayar kullanma,
uyuma,…, gibi temel ihtiyaçlarından kısıtlı kaldığını bilmeli ve unutmamalı. Bu
nedenle de mutlaka ödevi kontrol etmeli ve gerekli geribildirmde bulunmalıdır.
Bu kontroller, amaca ulaşmanın en önemli aşaması olup, emeğe saygının da bir
gereğidir. Kontrol aşamasında ödev, şekil, içerik ve yazım/yapım
kuralları yönünden ‘sen dili’ yerine ‘ben dili’ kullanarak,
rehberlik amaçlı yapılmalıdır.
Ödevin, şekil, içerik ve
yazım/yapım kuralları yönünden incelenmesi gerektiği söylendiğinde,
öğretmenimizin çoğu, sınıf mevcudu, zaman yetersizliği gibi
nedenleri ileri sürerek, buna karşı çıkmaktadır. İşte bu anlayış, ödevin
toplumsal bir sorun olmasının en önemli nedendir. Ve bu anlayış sadece bir
savunma mekanizması olarak görülmelidir. Çünkü öğretmen ödevi vermeden önce,
ödev için amaçlarını ve olası kontrol süresini belirlemek durumundadır.
Bunları okuyunca siz de, şu
karşı soruyu sorabilirsiniz.
Her ödev, niçin kontrol
edilsin ki, otokontrol ve sorumluluk yok mu?
-Evet, doğrudur, her insan
gibi öğrenci de otokontrol yapabilmeli ve sorumluluk sahibi olmalıdır. Ancak bu
ulaşılması istenen bir hedeftir. Otokontrol ve sorumluluk oluşumu, küçük
yaştan başlayıp ergenlik çağını da aşabilen uzun bir süreçtir. (Paris, bir
günde yapılmamıştır.)…
Ödevini yapan öğrenci,
başarmanın verdiği sevinci yaşarken, kendine güveni artmış ve çevresinden de; beğenilme,
gülümseme, kabul görme gibi doğal beklentileri vardır. (Her insanın
direksiyonu, beğenilme duygusudur.). Öğretmen ödeve sadece göz ucuyla bakıp,
paraflamışsa, öğrenci bunun farkındadır ve çok üzülür. Harcadığı zaman ve
emeğin yok sayıldığını düşünür ve öfke duyar. Bu durumun tekrarı ise, daha
sonraki ödevlerin yapılmaması için gerekçe olabilir. (Bu duyguları yaşatmamak
için bi' şeyler yapmak gerek).
Aslında hepimiz “Eline
sağlık, çok güzel olmuş.” söyleminin büyük bir yaptırım gücüne sahip
olduğunu ve gelecekte daha da çok güzelliğin oluşmasına neden
olacağını biliriz. Fakat nedense bu söylemi çok az kullanırız.
Eğer biz öğretmenler,
özgüven ve öz-disiplin sahibi, bağımsız karar verebilen, işbirliği yapabilen,
özgün düşünen, düşüncelerini kolayca anlatabilen, dürüst öğrenciler yetiştirmek
istiyorsak ve öğrencinin emeğine saygı duyuyorsak gerekli ödev kontrolünü
mutlaka yapmalıyız. Ya da kontrol edemediğimiz ödevi vermemeliyiz.
Çünkü kontrolü yapmazsak öğrenci;
Ödevlerini önce eksik, sonra
yarım, daha sonra da yapmamaya başlar.
Veya anne-babasına yaptırır,
öğretmen de bunu bile bile inceler not verir.
Sonuç olarak: Özgüvensiz,
bağımlı,…, dürüst olmayan öğrenci(leri)miz olur.
(Bunları istemeyeceğinizden
de adım gibi eminim.)
Veli ödev için ne yapmalı:
Veliler için en değerli
varlık çocuğudur. O’na fayda sağlayacak her şeye ve kişiye koşar… Şimdi “Sınav
Anneleri” olup, “Sen sınavına hazırlan, ben ödevini yaparım.” diyen, Çok
ödev veren, çok iyi öğretmendir” anlayışına sahip olanlar da bu
velilerdir. Fakat velilerin yanlış algılarından vazgeçmeleri çok kolaydır.
Yeter ki çocuklarının yararına olan işler yaptığımızı anlatabilelim. Yeter ki
onlara ulaşabilelim…
Kasımpaşa’da bir öğretmen;
“Benim velilerim bazen hapiste yatmayı göze alıp Vali’ye bile karşı çıkabilir.
Fakat içlerinden bana kızsalar bile karşımda çok saygılılar… Çünkü
ben onların çocuklarının öğretmeniyim…” Demişti bana.
İşte öğretmenin ve okulun
elindeki güç budur. Yeter ki bu gücü amacına uygun, yerinde ve zamanında
kullanabilelim…
Veliler bundan böyle, en
değerli varlıkları için ödev yapan değil, onlara gerekli araç-gereç ve
ortam hazırlayan kişiler olmalıdır. Bu onların çocukları
ve geleceğimiz için gerekli bir zorunluluktur.
Veliler, okul-aile işbirliği
içinde düzenlenecek eğitim çalışmalarına mutlaka katılmalı bu çalışmalarda,
sorun haline gelmiş olan ödev konusu için yapılacak çözüm çalışmalarına katkı
vermelidir.
Ödev ve MEB:
Aynı parti iktidarının 12
yıllık döneminde en çok bakan değişimi MEB’de yaşandı. Bu sürede 4 Bakan
değişti, her bakan, etkisinde kaldığı akademisyenlerin sözcükleri ile müfredatı değiştirmeye
ve bu sözcüklerin anlamı için, uzun, uzun hizmet içi eğitim çalışmaları
yaptırdı... Yapılan en olumlu bir iş ise, Prf. Dr. Ziya Selçuk’un Talim Terbiye
Kurulu Başkanlığına getirilmesi idi. Fakat (bakan gölgelendiğini düşünmüş
olduğundan mı bilinmez), o görevlendirme de kısa sürdü. Bu kısa sürede Rehberlik
anlayışı geliştirmesi anlamında önemli kazanımlar sağlanmıştı.
Eğitim konusunda güncel bir
olan PİSA sonuçları: İlk kez 2003 yılından katıldığımız ve üç
yılda bir yapılan PİSA araştırmasının 2012 yılına ait olan bilgileri de yayınlandı,
ne yazık ki 4 seferdir listenin en sonlarında yer alıyor Türkiye...
Özel derslere, dershanelere,
sınavlara, gözde okullara ne oldu?
Niçin, en sonlarda yer
almaktan kurtulamıyoruz!
Eğer PİSA sonuçları için
gerekli analizler yapılırsa, buradan da ‘ödev’in önemli bir hacimle karşımıza
çıkacağını göreceğiz diye düşünüyorum.
23 Ocak 2014 günü Milli
Eğitim Bakanı Nabi Avcı, velilerin “Siz bu ödevlerle çocuklarımızı
değil, bizi ölçüyorsunuz. Çünkü verdiğiniz performans ödevlerini çocuklarımız
değil biz yapıyoruz.” Şikâyetine çözüm bulmak için, “velilerin
şikâyet ettiği performans ödevlerinin kaldırılması için çalışma başlatıldığını” belirtmişti.
Baştan beri biz de,
şikâyetçi velilerin söylediklerini söyledik/yazdık. Ama Milli
Eğitim Bakanı Nabi Avcı’nın çözüm adına, ‘ödevlerinin kaldırılması için
çalışma başlatıldığını’ belirtmesi çok üzücüdür. Sayın Bakanım,
yasakçı anlayışlarla sorunlar çözülmez, hele hele eğitim, hiç yapılmaz! Dedim
fakat birden bire Bakanımızın iletişim profesörü olduğunu düşünüp
üzüldüm...
Ben bu söylemden, öğrencinin
kişilik ve akademik gelişimi için adeta bir vitamin kadar etkili olan ödevin,
karşılaşılan yanlış uygulamalar nedeniyle feda edilmesi anlamını
çıkardım. Peki siz?
Yıkmak çok kolay önemli olan
yapmaktır. Ödevi, 'ödev' yapmak gerek.
Ödev sorununun çözümü için
en basit iş MEB’e düşüyor. MEB’den beklenen; konunun
paydaşları olan öğretmen, öğrenci ve veliler için, her okul ve merkezde eğitsel
etkinlikler düzenlemesini sağlayacak koordinasyonu yapmaktır.
Böylece masaya yatırılan bu
soruna çözümler bulunabilir.
Ödev ve öğrenci:
Her şeyi sınav sonuca
bağladığı için veli, çocuğuna; “sen sınavına hazırlan, ben ödevini
yaparım” anlayışına gelmiştir (Öğretmen de velilerce yapılan ödevi
kabullenerek bu anlayışa yaklaşmış görünüyor.). İşte bu nedenle ‘ödev’, öğrencinin
gözünde önemsiz olmuştur. Böylece öğrencinin
görevi; sadece sınava hazırlık için, dört seçenek arasında düşünmek,
test çözmek ve maratona hazırlanmak olmuştur.
Ödev konusundaki yanlış
uygulamalar devam edecek olursa, bundan dolayı en büyük zararı öğrencilerimiz
ve ülkemiz görecektir.
Fakat eğer yukarıda
yapılmasını istediğimiz okul-aile işbirliği sağlanır, ve ödev sayesinde,
öğrencinin öz güven, öz denetim ve sorumluluk sahibi,..., kendisi
ile barışık birer birey olması sağlanırsa, ödev diye bir sorunumuz da
kalmaz...
İşte sorunu çözmek bu kadar
basit...
Aynı yazı Milliyet Blog'da:
http://blog.milliyet.com.tr/odev-sorunu-nasil-cozulur-/Blog/?BlogNo=449468