TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu), belki bu kez doğru söylemiştir diyerek söze onun bir verisiyle başlamak istiyorum.
2023 yılına ilişkin bir TÜİK istatistiğine göre:
"Türkiye'de en zengin %20’lik kesim toplam gelirin yarısını alıyor!"
Sosyal yaşamımızdaki pek çok eşitsizlikten birkaçı ile devam edelim:
İktidar; devlet korumasındaki: doğayı, çevreyi oradaki tüm canlıları ve yaşamı kaynaklarını koruma görevini unutmuş/bırakmış gibi. Fakat bu yaşam alanı ve yaşamları çıkarları için yok eden 'yandaşlara': hem seyirci-sessiz hem de koruyucu oluyor.
Doğadaki katliam, talan ve zalimlik yüzümden zarar gören/görecek olan: köylü-işçi-memurları doğal olarak bu haksızlıklara karşı çıkıyor. Devlet güçleri de karşı çıkan haklı halkı: korku, darp ve tutuklama yaparak sindirmeye ve etkisizleştirmeye çalışıyor.
İcra-iflaslar çok artmış, ekonomi çöktü çökecek...
Can-mal güvenliği ve özgürlükler kalmamış, dört bir yanı bir korku iklimi sarmış...
Herkes: "Acaba yarın nasıl bir güne uyanacağız?!.. " diye endişe ve korku içinde...
23 yıllık yıpranmış iktidar şimdi de ömrünü uzatmak için hiç durmuyor.
Yurdumuzda bu sosyal iklim varken ve henüz sıcak-kurak yaz sonbahara evirilmemişken, bir de okullarımız açıldı. Geleceğimizin umudu 19 milyon çocuk ile gencimiz coşkusuz olarak yeni bir ders yılına başladı.
Evet okulların açılırken; öğrencinin, öğretmenin ve velinin hiç coşkusu yoktu.
Bu ortamda öğrenci-veli-öğretmen nasıl/niçin coşkulu olsunlar ki?
Yukarıda sayılan birkaç gerçeğimizin hangisiyle 'umut' beslenir ki!
Yani geleceğimizin güvencesi çocuklar; anaokulundan, üniversiteye tüm okul seçimlerini; ilgi, istek ve becerileri önceleyen bilimsel yol yerine ana-baba parası ve egemen kimlik ve inanca göre yapılmaktadır.
Sevgi, saygı ve esenlikleriniz bol olsun. 2023 yılına ilişkin bir TÜİK istatistiğine göre:
"Türkiye'de en zengin %20’lik kesim toplam gelirin yarısını alıyor!"
Gerçi bu veri geçen iki yılın ve durdurulmayan azgın enflasyonu nedeniyle güncelliğini yitirmiş... O günün zengini daha zengin, yoksulu daha yoksul. Özetle zenginler 'tuzu kuru', fakirler sosyal-ekonomik-ruhsal çokça sorun sahibi olmuştur.
2023 TÜİK verilerine göre: %20 zengin, toplam gelirin yarısını, %80 yoksul da kalan yarısını alıyormuş!
2023 oranını 2025 için de geçerli sayıp devam edelim:
Ocak 2025'de nüfusumuz: 85.664.944 kişiymiş.
O halde yurdumuz zenginlerinin (%20): 17.132.989, fakirlerinin (%80) de: 68.531.955 kişi olduğunu ve bunların toplam geliri de eşittir diyebiliriz.
Bu durumu ‘masal’ diliyle şöyle anlatabiliriz:
Bir varmış bir yokmuş …
Bereketli dağları ovaları, gür suları, birçok hayvan olan çok güzel bir diyarda, biyolojik eşitliği olan huyları farklı beş insan yaşarmış…
Bunlardan biri; hiç çalışmaz, dört kişi kadar yemek yiyen, doymak bilmez zalimin biriymiş. Dört kişi de söz dinler sürekli çalışırmış…
2023 oranını 2025 için de geçerli sayıp devam edelim:
Ocak 2025'de nüfusumuz: 85.664.944 kişiymiş.
O halde yurdumuz zenginlerinin (%20): 17.132.989, fakirlerinin (%80) de: 68.531.955 kişi olduğunu ve bunların toplam geliri de eşittir diyebiliriz.
Bu durumu ‘masal’ diliyle şöyle anlatabiliriz:
Bir varmış bir yokmuş …
Bereketli dağları ovaları, gür suları, birçok hayvan olan çok güzel bir diyarda, biyolojik eşitliği olan huyları farklı beş insan yaşarmış…
Bunlardan biri; hiç çalışmaz, dört kişi kadar yemek yiyen, doymak bilmez zalimin biriymiş. Dört kişi de söz dinler sürekli çalışırmış…
Gel zaman git zaman sonra bu diyarda açlık-yoksulluk başlamış...
Diye sürüp giderdi bu masal. Şimdi bu garip %20 =%80 eşitliğini(!), bir de bilim dili yani matematik diliyle anlatmaya çalışalım:
- Bütün yüz eşit parçaya bölünmüş 100/100 ve 20 parça, 80 parçaya eşit(!) olmuş!
- Bütün beş eşit parçaya bölünmüş (5/5) ve 1 parça (1/5), 4 parçaya eşit(!) olmuş!
- 1 = 4 (!) demektir.
Yorumlamayı da değerli okuyuculara bırakalım.
***
İktidar; devlet korumasındaki: doğayı, çevreyi oradaki tüm canlıları ve yaşamı kaynaklarını koruma görevini unutmuş/bırakmış gibi. Fakat bu yaşam alanı ve yaşamları çıkarları için yok eden 'yandaşlara': hem seyirci-sessiz hem de koruyucu oluyor.
Yetinmiyor o yandaşları koruyan yeni yasalar çıkararak, yeni alanlar açıp yeni olanak ve kolaylıklar sağlıyor.
Bu uygulamalar sonucu ülkenin ekolojik sistemi, halkın güvenliği, huzuru, sağlığı, eğitimi, ekonomisi büyük zarar görüyor.
Doğadaki katliam, talan ve zalimlik yüzümden zarar gören/görecek olan: köylü-işçi-memurları doğal olarak bu haksızlıklara karşı çıkıyor. Devlet güçleri de karşı çıkan haklı halkı: korku, darp ve tutuklama yaparak sindirmeye ve etkisizleştirmeye çalışıyor.
Ve ülke genelinde manzara:
Köylü-kentli-işçi-memur-esnaf yoksul...
İcra-iflaslar çok artmış, ekonomi çöktü çökecek...
Can-mal güvenliği ve özgürlükler kalmamış, dört bir yanı bir korku iklimi sarmış...
Herkes: "Acaba yarın nasıl bir güne uyanacağız?!.. " diye endişe ve korku içinde...
23 yıllık yıpranmış iktidar şimdi de ömrünü uzatmak için hiç durmuyor.
Yine yasama, yargı ve yürütme güçleriyle; yandaşlar için yeni fırsatlar arıyor ve muhalifleri korkutup sindirmek için tuzaklar koruyor.
***
Yurdumuzda bu sosyal iklim varken ve henüz sıcak-kurak yaz sonbahara evirilmemişken, bir de okullarımız açıldı. Geleceğimizin umudu 19 milyon çocuk ile gencimiz coşkusuz olarak yeni bir ders yılına başladı.
Evet okulların açılırken; öğrencinin, öğretmenin ve velinin hiç coşkusu yoktu.
23 yıllık zengin sever iktidar, eğitim sisteminde de iyileşmesi zor birçok derin yara açmıştı.
Bu ortamda öğrenci-veli-öğretmen nasıl/niçin coşkulu olsunlar ki?
Umut ve coşkuları; güvenli-sağlıklı-mutlu-başarılı bir gelecek besler.
Yukarıda sayılan birkaç gerçeğimizin hangisiyle 'umut' beslenir ki!
(Umut besleyen bir uygulama varsa, lütfen yorum olarak yazınız).
İşte bu yokluk ve zorluklar yüzünden herkesin umut ve coşkuları tükendi, endişe ve korkuları çoğaldı.
Eğitim sistemine kuşbakışı bakacak olursak:
Amaçlar, doğayı, canlıları, insanlığı, toplumu koruyan, sayan, araştıran, kendisi ve çevresiyle barışık nesil yetiştirmeyi değil bir ırk veya inancı önceleyen 'istendik' anlayışa göre hazırlanıştır.
Ders programları (müfredat) da 'istendik' amaçlara uygun hazırlanır. Bu ayrımcı (sübjektif) anlayış; deneye, gözleme dayanamaz. Bu nedenle de bilime, yaşayarak geliştirilen 'etik' değerlere ve adalet-hukuk-demokrasi ilkelerine aykırıdır.
Yani geleceğimizin güvencesi çocuklar; anaokulundan, üniversiteye tüm okul seçimlerini; ilgi, istek ve becerileri önceleyen bilimsel yol yerine ana-baba parası ve egemen kimlik ve inanca göre yapılmaktadır.
Bu anlayış sahipleri:
Felsefe, fizik, biyoloji ile güzel sanatları hiç sevmez ve istemezler.
Onlar, okunanı ve duyulanı ezberleyip tekrarlayan öğrenciler isterler.
Soru soran, sorgulayan, deney, gözlem yapan, özgün düşünüp yazan öğrencileri istemezler.
Eğitim alanında çalışan yönetici ve öğretmen seçimi, mesleki donanım ve yeterliliklere göre yapılmaz. 'Mülakat' dedikleri 'hamili kart' taşıyanlar öncelikli olurlar.
Bu anlayışın bir de Bakanı var ki, onun bir 'Eğitim Bakanı' mı yoksa 'Din Eğitimi Bakanı' mı olduğu başka bir yazı konusu olsun.
***
Dün, Tandoğan Meydanına toplanan milyonları gördünüz mü?
Ben izledim ve hemen 56 yıl öncesine gidiverdim:
Henüz 19 yaşında bir köy öğretmeniyim. Sendikamız TÖS 'ün kararına uyarak on binlerce meslektaşımla birlikte 15 Şubat 1969 günü Ankara Tandoğan alanına varmıştık.
“Bağımsız Türkiye!”, “Grev hakkı istiyoruz!"... sloganları eşliğinde, Genel Başkanımız Sayın Fakir Baykurt, kürsüye çıkıp etkileyici bir dille ülke gerçeklerini bir bir sıralamıştı...
İktidar sarsılmış, ülkenin gündemi değişmiş ve psikolojik üstünlük bize geçmişti.
O günkü Başbakan Demirel de: "Yollar yürümekle aşınmaz demişti."
Dün de Tandoğan Meydanı çevresindeki caddelerle dolup taştı: “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz!” diye inleti ve pusuda bekleyenlere de dinletti.
Şimdi de sayısal ve psikolojik üstünlüğü kazanmış 'muhalefet', iktidarın tüm tuzaklarını ‘faş’ ediyor ve her gün daha da güçleniyor.
"Hadi bakalım..."
Hoşça kalınız.
her zamanki gibi çok güzel
YanıtlaSil