8 Mayıs 2020 Cuma

YAYLAMIZ “DEŞTA ZENAN” (4)


Hafıza bir görüntü ister.
Bernard Russell 

Geçen hafta Mezela Spi zirvesine ulaşınca doğaya kuş bakışı ile bakmış, biraz oyalanmış, dinlenmiş ve Peri Suyu Vadisi görsel coşkusuna kapılmıştık. O coşku ile oynamış, eğlenmiş yayla evimize bir "mutlu-yorgun" olarak varıp, gecelemiş ve yeni güne hazırlanıp yeniden köyümüze dönmüştük.

Dün, bugünkü yazımı düşünerek kahvaltı yapıyor, aynı zamanda da FOX TV’de İsmail Küçükkaya’yı dinliyordum. Günün sürpriz konuğu ise: milyonların oyunu aldığı halde yok sayılmaya çalışılan partinin (HDP) Eş Genel Başkanı Mithat Sancar idi. Sn. Sancar, çok donanımlı bir hukukçu, sevecen biri kişilik... Tane tane ve vurgular yaparak herkesin anlayacağı şekilde konuşuyordu. Bu da monoton, dışlayan, ayrıştıran haberciliğe bir tat, bir renk katıyordu.

Sn. Sancar’ın bu etkili konuşmasındaki bir cümlesini, şöyle özetledim: “Anadilim Arapça idi, sokakta Kürtçe konuşan Kürt ikiz kardeşlerim ile tanıştım, Kürtçeyi de öğrendim...”  Sn. Sancar ile hemşehri olan Sn. Murathan Mungan da diyor ki: "Bildiğim, toprağın değil, dilin vatan olduğudur, insanı kardeş eden dildir. Kan bağı aldatır. Çünkü bağ çözüldüğünde geriye kan kalır." İşte bu sözler beni düşündürdü, etkiledi ve yazımın akışını biraz değiştirdi.…
   
Mezela Spi zirvesinden Peri Suyu Vadisi’ne bakarken doğanın o muhteşem görselliği duygularımı ele geçirmiş olacak ki, buradaki toplumsal dokuya  çok fazla yer vermemişim. Oysa doğa insanla bütünleşirse, ancak o zaman anlamlı bir yaşam alanı olabilir. Bunun için “soysal hafıza”yı da dillendirmeli...

Bilirsiniz, mitolojide Olympos dağına yerleşerek yer ve göğe hükmeden tanrılar tanrısı Zeus ile diğer tanrılar arasında zaman zaman güç savaşları yaşanır. Bu efsanelerden bir de şöyle:  Prometheus ve Epimetheus adında iki kardeş tanrı varmış. Çok akkıllı ve insan sever olan Prometheus, Zeus’a haber vermeden ateşi çalıp insanlığa hediye eder. Zeus buna çok kızar ve öç almak ister, ancak çok akıllı olan Prometheus yerine, onun biraz safça olan kardeşi Epimetheus’u hedef alır. Ve Epimetheus’a, yaratmış olduğu güzeller güzeli “Pandora”yı sunar. Zeus, ayrıca Pandora’ya; ‘kesinlikle açmayacaksın!...’  diyerek kapalı bir kutu hediye eder. Ancak Pandora, merakına yenik düşer ve 'acaba içinde ne var' diyerek bu kutuyu açar. Ve Zeus korkusu içinde hemen o anda kutuyu yeniden kapatır. Ama ne yazık ki olan olmuş ve  kutuda sadece umut tutuklu kalmış, diğer tüm kötülükler de dünyaya yayılmıştır…

O günden beri kötülükler ortaya çıkınca; “Pandora’nın Kutusu açıldı!" derler.

Bu bir efsane… Biz yine konumuza dönelim.

Peri Vadisi - Barış Vadisi

Peri vadisi; Erzurum sınırları içinde doğan Peri Suyu'nun, Bingöl'ün Yedisu, Kiğı, Yayladere, Elazığ'ın Karakoçan, Tunceli'ın Nazmiye ve Mazgirt ilçelerinden geçip Munzur'la birleşerek Fırat'a dökülene kadar devam eder.

Bu vadiyi çevreleyen pek çok dağ ve tepe vardır, biz bunları temsilen o vadide karşı karşıya duran en heybetli dört dağı seçelim: Çiya Korboğê ile Grê Gagfine ve karşılarındaki Silbus ile Taru, dağları... 

Bu dağlar, ilkbahar ve sonbaharda mitolojide anlatılan korkulu efsenler benzeri çokça savaş çıkarırlar. Yüklü bulutların arkasına saklanıp karşılıklı korkunç sesler çıkarıp bombalar atar, ışık hızlı mermiler, kül eden şimşeklerle savaşırlar.Sular coşar, fırtınalar çıkar. Tüm canlılar çaresizce korku içinde sinip bakar olup bitenlere. Zaten buradaki tüm canlılar sıkça olan yangın, sel, çığ ve deprem felaketleri yaşadıkları için ürkek ve de korkaktılar. 

Fakat buna karşın yaşam, kendi diyalektiği içinde akıp gider...

İşte bu yaşam diyalektiğine göre bu coğrafyaya (Peri Vadisi ve çevresi) bakarsak; Doğadaki biyolojik çeşitliliğin sosyal yaşama da yansıdığını görürüz. Daha öncesini çok iyi bilmesek bile asırlardan beri bu topraklarda Kürtler ve Ermeniler aşiretler halinde yaşarmış, çok sonraları 1071’de Türkler, 1700’li yıllarda Üsküp’ten Arnavutlar gelip yerleşmişler bu coğrafyaya. Demek ki buradaki köylerde, şehirlerde pazarlarda; İslam, Hristiyan, Sünni, Alevi inançları, Kürtçe, Ermenice, Zazaca, Türkçe, Arnavutça dilleri, farklı kültür ve yaşam tarzları yan yana gelmiş, karşılıklı hoşgörü ve saygı içinde yaşamış.

Belki bu insanlar; kimlik, inanç, sosyal yaşam, inanç farkları, ekonomik çıkarları için, daha çok da; su, tarla, bahçe, arazi, mera, alacak-verecek konularında karşı karşıya gelmişlerdir. Bu nedenle de; tartışma, kavga, bazen de ölümlü suç olayları da yaşanmıştır.

Ancak bölge insanları bu sorunlarını çözmek için hep ara bulucu bilge kişiler bularak ya da mahkemelerde haklarını aramışlar. Sonunda da dargınlıklar azalmış, barış olmuştur. Yöre insanlarının karşılıklı olarak; evlilik, kirvelik ve dostluklar kurması, bir arada yaşamayı daha kolay, barışı daha kalıcı,daha da güçlü kılmıştır. İşte bunun için; “Peri Vadisi = Barış Vadisi” olarak anılmıştır. 

Bir örnek olarak köyümüz Zenan bakalım; köyümüz, dört Sünni ve üç de Alevi köyü ile sınırları olan Sünni inancına bağlı bir köydür. Zaman zaman kendi içinde ve komşu köylerle su, tarla, bahçe, arazi, mera vb. gibi konularda karşı karşıya gelmiş olsalar da sonunda hep anlaşarak köy ve çevre köylerle barış sağlanmış birlikte yaşam kolaylaşmıştır.

 Ve “Barış Vadisinde” ‘Pandora’nın Kutusu’ Açılıyor

Şimdilerde Yedisu, Adaklı, Kiğı, Yayladere, Karakoçan olmak üzere toplam beş ilçe ve köylerini barındıran Peri Vadisi sadece Kiğı ilçesine bağlıymış. Ve bu yerleşim birimlerin hemen hemen yarısı da Ermenilere aitmiş. Buralarda insanlar, insani ve ticari ilişkiler kurmuş barış içinde yaşarlarmış. (Olur ya, eğer bu bilgilere inanmayanlar varsa, lütfen bilgisayardaki bir arama motoruna başvursunlar.)   

Ancak bu barış coğrafyası; 1900'lı yılların başlarında ve 1937'de çok büyük acılar yaşamıştır. 1909-1915 yılları arasındaki insani felakette Ermenilerin, malları talan edilmiş, çocuk-kadın-yaşlı suçsuzların bir kısmı öldürülmüş, kalanları ise zorunlu göç ettirilmiş, gidenlerin büyük çoğunluğu da göç yollarında ölmüştür. 1937 yılında ise, bir bölümü Peri Vadisi içinde yer alan  Dersimli Alevilerin çocuk-kadın-yaşlı suçsuz insanları mağaralarda imha edilmiş, bu insanların bir kısmı da başka diyarlara sürgün edilmiştir. Böylece çok büyük acılar yaşanmıştır. 

Şimdi herkese iki vicdani soru:

Bunca Ermeni neden/niçin köyünü, evini, tarlasını terk etti?  

Dersim'in çocuk-kadın-yaşlı suçsuz insanları neden/niçin öldürüldü?

Bence bu barış ortamını emperyalist işbirlikçi ve tetikçileri olan;  ağa, bey, şêx, mir, hamidiye alayı ve benzerleri tarafından yok edilmiştir. Bu sonuca da yalan yanlış algılar yaratarak, halkları ayrıştırıp inançsal, ırksal düşmanlıklar yaratılarak ulaşılmıştır. Böylece ikiz-üçüz-dördüz kardeşlik kalmış, ne de dünün "sevgili komşusu", kalmıştır. Bunların yerine öfke, kin, nefret dolu bir düşmanlık kalmıştır... 

Siz ne dersiniz?

Şimdi de yazımızı noktalayıp devamını gelecek haftalara bırakalım.


Diğer yazılarım: tıklayınız

1 yorum:

  1. Değerli üstadım, dizi yazını (bu güne kadarki) okudum. İnan çok beğendim. Kalemin çok akıcı (Yaşar Kemal gibi) Değişik mekan ve zamanlara götürdü beni.
    Yeri geldikçe didaktik derelere girip çıkman insanı hem bilgilendiriyor hem de konuya ılık bir meltem estiriyor.
    Bu güzel "güldeste" yi sanırım dosya kapakları arasında soldurmazsın. Vakti gelince kitaba dönüştürürsün.
    Devamını bekliyor, bayramınızı yürekten kutluyorum.

    YanıtlaSil