24 Mart 2016 Perşembe

“Endişe etmeyin”//”Alışın”


Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, 37 kişinin hayatını kaybettiği ve 125 kişinin yaralandığı Ankara Kızılay katliamı sonrasında:

“…Askeriyle, polisiyle, köy korucusuyla tüm güvenlik güçlerimiz, hayatları pahasına, terör örgütleriyle kararlı bir mücadele yürütmektedir.

Vatandaşlarımız endişe etmesin, devletimizin tüm kurumlarının milletimizle işbirliği içinde yürüttüğü terörle mücadele mutlaka başarıyla neticelenecek, terör dize getirilecektir.” dedi.

Bu iki cümle; iç sorunumuzu sadece asker-polis-korucu silahları ile çözmek isteyen bir anlayış, ya da bir savaş felsefesi. Anlamak için bazı sorular sormamız gerek:

Tüm yollar tıkandı, bitti mi ki, sadece silahlarla çözüm arıyorsunuz?
Toplumda yaygınlaşan endişeleri sadece, şiddet, ölüm, yıkım ve yok ederek mi gidereceksiniz, öyle mi düşünüyorsunuz?
Sorunların çözümü için görüşme, anlaşma uzlaşma, barışma yok mu, devlet sadece güç mü kullanır?
Devletin görevi: Vatandaşın, canını, malını korumak, hukuk içinde kalarak, zarar verenlerden hesap sormak ve bu olayların tekrarını önleyen çareler bulmak değil mi?
Yaşanan ölüm, acı, yıkım ve endişeleri önleyemeyen üst düzey sorumlular niçin, “özür dilerim ben başaramadım, başaran birini bulun” deyip istifa etmiyor?
Kendi anlayışı dışındaki herkesi terörist ilan etmek, kime hangi kazancı sağlar?
Bunca ölüm, yıkım ve acıyı durduracak çareler aramak yerine, savaşa devam demek kime hangi kazancı sağlar?
Neden parlamento çalıştırılmıyor, diplomasi ve sivil toplum örgütleri susturulmuş?

…Daha pek çok soru sorulabilir fakat bu bölümü iki hatırlatma ile bitirelim:

Devletin görevi sadece ekranlarda ve sokaklarda; sonuna kadar / ya benden yanasın ya da teröristsin deyip nutuk çekmek, meydan okumak, ağıt yakmak, terörü lanetlemek olmamalı. Ölümlerin son bulması ve bu kara günlerin bitmesi için uygun bir iklim yaratıp çare aramalı, çözümler bulmalı…

Sadece, öfke, kin, kibir ve silahla sorunlar çözülemez, öldürüp ortadan kaldırmak yok etmez, bitirmez, ilerde yaşanacak yeni yeni ölümleri… Olsa olsa geleceğe kin tohumu eker, zehir eder yarınları…


***

Uzun yıllardan beri çözümsüz kalmış bir iç sorunumuz var, Kürt sorunu (şüphesiz tek sorunumuz değil ama öncelikli)… Yılların asimile çalışmaları, inkârları, baskı ve şiddetleri sonucu oluştu bu sorun. Ama olmadı sorun bitmedi. Fakat bu uygulamalar bir karşı güç doğurdu otuz iki yıldan beri onlarla savaş yaşanıyor.

Birkaç yıl önce tüm yaşanmışlıklardan ders çıkaran, asker, polis, korucu ve politikanın en üst görevlileri, bu soruna sadece savaşarak çözüm bulunamayacağını açıklayıp uzlaşmayı ve barışı işaret etmişlerdi. Ve bu görüşleri de toplumda büyük kabul görmüştü…

Bu pişmanlık (belki de sağduyu) dile getirildiği zaman, geçmiş olan on yıllarda nice canlarımızı kaybetmiş ve nice kaynaklarımızı heba etmiştik. Ama buna rağmen olsun zararın neresinden dönersin kârdır diye düşünüp sevinmiştik.

Yazık oldu, bu sevincimiz de kısa sürdü, egolara kurban gitti barış.

Son on aydan beri dağlardan kent merkezlerine indi acımasız savaş ve güvenlikçi anlayışlara geri dönüldü. Hendeğiyle, topuyla, tüfeğiyle, tankıyla ve de nefret söylemiyle…

Yeniden sadece asker, polis ve korucular ile sorunlara çözüm aranmaya başlandı. Çatışmalarda yaşam alanları yakılıp, yıkıldı, bebek çocuk, yaşlı, kadın yüzlerce ölümler yaşandı, binlerce kişi sakat kaldı, tarihi dokular yok oldu. Ve halen devam ediyor...

Hem de kuruluş felsefesinde “Yurtta Barış Dünyada Barış” ilkesine yer veren ülkemizde…

Ölüm, yıkım ve acıların yaşandığı her olay sonrasında etkili yetkililer; ekranlara çıkıp, kürsülerde lanetler yağdırdı, misliyle cezalar ödeteceklerini, onları hendeklere gömüp sonuna kadar savaşacaklarını söyleyip durdular. Ne ölümler ne de söylevler bitti. Ama yurdum insanları, da pek çok katliamı yaşadı, gördü, duydu, çok büyük acılar yaşadı…

Çoğu katliamın failler bulunamadı, tek tük bulunsa bile dosyaları zaman aşımına uğratıldı. Susurluk Kazasında olduğu gibi çeteler tesadüfen ortaya çıksa, yaptıkları ortalığa saçılsa da, arkasındaki odaklara dokunulamadı ulaşılamadı. Ve böylece cezasız kalan pek çok insanlık suçu yapanların yanına kâr kaldı, onlarla hesaplaşılamadı. Hukuk kalmadı.

***

Neden endişe etmesin, niçin alışsın olanlara:


Şimdi sen gel de, bu katliamlarda nice kıymetlilerini kaybetmiş, o ölümleri, yıkımları, yakılanlarını görmüşlerin gözlerinin içine bakarak vatandaşlarımız endişe etmesin de…

Acısı olan birine, bir yakını yada bir komşusu endişe etme dese belki duygudaşlık (empati) yapıyor der anlarsınız. Ama bu sözü söyleyen devletin en başındaki Cumhurbaşkanı… Yani, ülkeye bu acıları yaşatmamakla görevli olanların en başındaki…

Sürekli olarak endişe içinde olmak ruhsal bir sorun sayılabilir, ama sağlıklı insanlar da yaşadıkları, duydukları, gördükleri olayların etkisinde kalıp, kendisi veya değer verdiklerini güvende hissetmediklerinde endişe ederler. Fakat asıl korkunç ve korkulacak olan ülkede, sürekli olarak endişe edilecek bir iklimin var olması…

Eğer, son on ay içinde Diyarbakır, Suruç, Sultanahmet katliamlarından başka (son beş ay da) sadece Ankara’da üç kez kitleleri hedef alan katliamlar yaşanışsa…

Nice ana baba, yuva yas ve acılar içinde ise,
Sokaklar güvenli değilse,
Eşi, çocuğu, kardeşi, annesi, babası geç kalmışsa, yoldaysa, gelmemişse,
Siftah etmeden kapatıyorsan kepenkleri,
Müşteri bulamıyorsan sebze-meyvene, oteline…
Gazetesi, işyeri, çalışanı güvende değilse, kapıda sıra bekliyorsa kayyumlar,
Ülke kaynaklarının pek çoğu silahlara gidiyorsa,
Dünyada yalnız ve dost komşusu kalmışsa ülkenin,
Türküler, şarkılar, şiirler, öyküler sadece acıları, sızıları dillendiriyorsa…

Bunları yaşamış, duymuş, görmüş birini düşünün, nasıl endişe etmez ki bu insan?

Halden anlamaz, haksızlıkları göremez sadece kendini düşünenler yüzünden, sürekli endişe yaşayan, ruh sağlığı bozuk bir toplum olmak üzereyiz. Bundandır ki çoğu kimse; kendine ayna tutmaz, ben ne yaptım demez, parmağıyla başkasını gösterip, hep suçlu arar, acıları yarıştırır, ağlar, gözyaşı döker, kızar, bağırır…

Rıza Türmen "Acele barış" yazısında sormuş, biz de o soruyla bitirelim:
“Neden insan öldürmeyi düşünmek yerine, barışı nasıl gerçekleştireceğimiz üzerinde kafa yormuyoruz?”

(Bugün doğum günümmüş, oturmuş acıları, ölümleri yazıyorum. Son dakika: İstiklâl Cd. ‘nde de patladı bomba…)

Emin Toprak- DOSTÇA

          Diğer yazılarım için tıklayınız 


Bu yazı Radikal Blog’da:
http://blog.radikal.com.tr/turkiye-gundemi/endise-etmeyinalisin-128323




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder