İnsanlar
yaklaşık 5000 yıl önce, üretimde iş bölümü yapmanın yaşamı daha da
kolaylaştıracağı anlayışına ulaşmışlardır. İşte o zamandan beri de devletler var olagelmiştir. Ve bu
devletler her dönemde egemen sınıfın baskı ve denetim aracı olmuşlardır. Zaman
içinde eşitlik ve demokrasi anlayışları geliştikçe, devletlerin egemenlere
hizmet üreten gücü ve yöntemleri sorgulanmıştır. Bu da bazen daha baskıcı,
bazen de daha geniş kesimlere hizmeti amaçlayan değişik anlayıştaki devletlerin
oluşmasına neden olmuştur.
Sultanahmet
katliamında yükselen toz bulutu daha kalkmadan, ilk yardım araçları alana henüz
ulaşmadan katliam haberlerine yayın yasağı kondu… Ve konu hakkında 10 saniyelik
ilk resmi açıklamayı Cumhurbaşkanı yaptı ve belki üzüntüden, belki de konuyu
değiştirmek amacıyla asıl konuya geldi:
“…Bugün de üstelik çoğu maaşını devletten alan, cebinde
bu devletin kimliğini, pasaportunu taşıyan, ülke ortalamasının oldukça üzerinde
bir refah seviyesine sahip sözde aydınların ihanetiyle karşı karşıyayız… Ey aydın müsveddeleri, siz karanlıksınız
karanlık. Aydın falan değilsiniz…” dedi.
Peki,
Kime söylüyordu tüm bu sözleri?
Ülkemizde
yaşanan, yıkım, kan, gözyaşı ve ölümleri anlatmak için "Bu suça
ortak olmayacağız" diye başlayan bir bildiri ile kalıcı bir barış için çözüm yollarının
kurulması isteğini bildiren 89 farklı üniversite mensubu 1128 akademisyene…
Bu
sorgulanamayan makam sahibi, devleti kutsayıp ön plana çıkardı. Ve çoğu devlet
memuru olan bu bilim insanlarına da; maaş, kimlik, pasaport ve güven içinde
yaşama haklarını hatırlatıp adeta o haklardan mahrum bırakma tehditleri
sıraladı. Sorgusuz sualsiz olarak canlı yayında, onlara ihanetçi ve karanlık
sıfatlarını uygun gördü.
***
Sayın
Erdoğan, henüz Cumhurbaşkanı değil, aday, adayı. 7 Temmuz 2014 günlü gazetelere
yansıyan uzun bir konuşmasından bir kesit, bakın ne diyor: “Devlet, ancak milletin
hizmetkârıdır. Milletine tepeden bakan, milletini horlayan, tersleyen, öteleyen
bir devlet anlayışı bizim tarihimize, bizim devlet ve medeniyetimiz anlayışına
tamamen terstir. Bizde, devletle milleti ayrı yere koydular. Devleti, milletin
adeta karşısına koydular. Devletin etrafında kümelenen bir bürokratik yapı
oluştu, oligarşik yapı. Devletin etrafında kümelenen iş adamları oldu, medya
oldu, seçkinci bir çevre oldu, mafya oldu…”
Alıntı
yaptığım yukarıdaki görüşlerine tümüyle katılıyorum da, alıntılanan bu görüşler
ve kendilerinin şimdiki söylemleri arasında en ufak bir ilinti bulamadım. Sizce
var mı? Fakat “bizim devlet ve medeniyetimiz anlayışına tamamen terstir.” Diye
sıraladığı olumsuzlukların tümüyle yaşanmakta olduğunu yaşadık yaşamaya devam
ediyoruz.
Alıntılanan
konuşmanın bölümün son cümlesi: “Devletin
etrafında kümelenen iş adamları oldu, medya oldu, seçkinci bir çevre oldu,
mafya oldu…” Burada belirtilenlerin tümü “1128 akademisyen olayı” sonrasında
gerçekleşti.
İşte örnekleri:
İş
adamları ve medya bölümünü …. olarak
geçeceğim. Çünkü, sizler havuz müteahhitleri ve havuz medyasını çok iyi
biliyorsunuz.
Seçkinci çevre için
(üç örnek yeterlidir):
Metin Feyzioğlu Türkiye Barolar Birliği Başkanı,
Akademisyenlere tepki gösterdi
ve onları “ … Mütareke döneminin işgal altındaki İstanbul’un sözde aydınlarının
kalıntıları olarak niteliyorum." Dedi.
Ümit Kocasakal İstanbul Barosu Başkanı, Uğur
Dündar’ın programında aldığı paslarla esti gürledi.
Doğu Perinçek Vatan Partisi Genel Başkanı,
Muhafazakârlarla ortak bir vatan cephesi oluşturmaya devam ediyor…
Mafya
için örnek de:
Sedat
Peker: “Oluk oluk kanlarınızı akıtacağız ve kanlarınızla duş alacağız!!!” Dedi.
***
Politikacılar
meydanlarda devleti millettin hizmetkârı olarak tanıtırlar, aslında olması
gereken de odur. Çünkü devletin başlıca görevi, ülkeyi koruyup, kollayıp
yönetmektir.
Bu
görevi yaparken, millete ait olan yeraltı ve yerüstü kaynakların üretimi,
işletilmesi, vergilendirilmesini sağlar hizmet sektörünü düzenler…
Bu
süreç sonunda da para elde ediliyor değil mi?
Demek
ki devlet, milletin parası ve kaynaklarının bekçisi, işleticisi.
Milletin
paraları ve kaynaklarından en büyük payı alanlar kimlerdir?
Emeğini
satarak çalışanlar mı?
Yoksa
daha çok kazansınlar diye 11 yıl içinde 164 defa kamu ihale kanunu değiştirilen
yâranlar mı? (Araştırmaya
değer bir konu.)
İsterseniz
gazetelere yansıyan bir habere bakalım, Cumhurbaşkanlarımız
ne kadar “devlet parası” harcamış:
Ahmet Necdet Sezer, 7
yılda toplam 167.4 milyon TL,
Abdullah
Gül, 7 yılda toplam 722,3 milyon TL,
Recep
Tayyip Erdoğan,ın 2015
bütçesi ise 397 milyon lira olarak açıklandı. Ayrıca kullanabileceği
2.3 milyon liralık örtülü bir bütçesi bulunuyor.
***
Barışa karşı ve görüş
bildirmeye karşı baro olur mu,
ne oluyor bu barolara?...
Bir
görüşü beğenirsiniz, beğenmezsiniz, katılırsınız, eleştirirsiniz bu sizin en
doğal hakkınızdır. Görüşlerini bildirmek, bildiri imzalamak da bir insan hakkı
ve hukukun bir temel ilkesidir.
Bu
hakkı kullananlara karşı yapılacak engellemeleri ve saldırıları savunma yaparak
etkisiz kılacaklar ise avukatlar ve onların mesleki örgütü olan barolardır.
Peki,
olayımızdaki Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu ve İstanbul
Barosu Başkanı Ümit Kocasakal için
ne demeli? Bunu anlamak çok zor…
Metin
Feyzioğlu ve Ümit Kocasakal bir konu hakkındaki kişisel görüşlerini istedikleri
şekilde açıklayabilirler (1128’lilerin hakkı olduğu gibi), fakat temsil
ettikleri mesleki örgüt adına o örgütün
etik kurallarına uymayan demeçler veremezler, vermemelidirler.
Bu
yazı Radikal Blog’da:
http://blog.radikal.com.tr/turkiye-gundemi/1128ler-devletin-parasi-ve-baronun-durusu-123021
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder